Lucien Lévy-Bruhl’ün iki önemli eseri Gelişmemiş Toplumlarda Zihinsel İşlevler ve İlkel Zihniyet ile ilgili kitapların çevirmeni Ayşe Meral ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri ve yolculuğunuzdan haberdar olabilmeleri için kişisel serencamınızdan biraz bahseder misiniz?
Fransa’da büyüm ve Fransızcamdan dolayı 1995’te ilk çevirimi yaptım. Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok seviyordum ve kitap çevirisi de onun devamı gibi bir şey oldu. Çevirmenliğin şöyle güzel bir yönü vardı, çok farklı alanlarda, belki de çeviri işi olarak önüme gelmeseydi okumayı hiç akıl etmeyeceğim yazar ve düşünceler keşfetme olanağı buldum.
Albaraka Yayınları’ndan yayımlanan Gelişmemiş Toplumlarda Zihinsel İşlevler ve serinin devam kitabı İlkel Zihniyet okuruna neler vadediyor?
Hem üslup hem içerik açısından ikisi de çok keyifli kitaplar. Artık tamamen yok olmuş bu “ilkel” toplumların yaşam tarzını, olaylara yaklaşımını, inanç ve düşünce biçimini keşfetme imkanını sunuyor. Bizden çok farklı ve bazen de benzer korkuları, evren anlayışları, ruh anlayışları var. İnsanı gerçekten şaşırtan yaklaşımlar sergiliyorlar. Ayrıca suyun kaynaması gibi bize artık çok sıradan gelen şeylerin, bunu hiç görmemiş insanlar için dehşet verici olması gibi sıradanlıklarımızın aslında ne kadar zorlu adımlarla elde edildiğinin bilincine varıyoruz. Sosyoloji alanında çalışma yapıyor olmasak bile, bence bu kitaplar okunmaya değer.
Yazar Lucien Lévy-Bruhl’un birbirini destekleyen bu iki eseri kaleme alış amacı nedir? Bu eserler nasıl bir çabanın neticesinde meydana getirilmiş?
Lévy-Bruhl bilindiği üzere Durkheim’ın ekolüne ait bir yazardır. Durkheim toplumu oluşturan bağın dinsel olduğu kanaatindeydi. Onun izinde ilerlese de Lévy-Bruhl daha çok “ilkel” toplumların zihniyetine ilgi duymuştur ve bu zihniyeti tanımlamaya çalışmıştır. O dönemde Auguste Comte’un evrimci teorileri biyolojiyi aşıp toplumlarda da bir evrim olduğunu kanıtlama çabası içindeydi. Bu düşünceye karşı Lévy-Bruhl burada evrimin yanı sıra aslında farklı bir mantığın varlığıyla karşı çıkar. Bu toplumların düşünce biçimi Batı’nınkiyle örtüşmüyordu ve bu yüzden de kavranması zordu. Kendisinin de sürekli tekrarladığı gibi mevcut Batı mantığının çetelesine göre onları çözümlemeye çalışmak sadece yargılara vardırır: Gelişmemiş, mantıksız, çocuksu… Oysa onlardan biri gibi onları anlamaya çalıştığımızda aslında bambaşka bir bakış açısının, mistik bir anlayışın varlığını keşfederiz. İnsanı zenginleştiren de bizim düşüncemizden tamamen farklı düşünce ve yaklaşımlardır. Başkasının gözünden bakmak… Bunun dışında, o dönemin sosyolog ve antropologları çok büyük bir şey başardılar: Yığın hâlinde olan seyahatnameleri, rahip günlüklerini tarayıp bu anlatılardan tutarlı teoriler çıkarmak. Bu da küçümsenecek bir iş değil.
Lévy-Bruhl’un bu iki eserinin, kültürel farklılıklar üzerine yapılan çalışmalara katkılarını değerlendirmenizi istesek neler söyleyebilirsiniz?
Her şeyden önce bizlerin mirasçılar olduğumuzu unutmamak gerekiyor. Eğer daha esnek daha geniş bir düşünceye sahipsek daha anlayışlı bir yaklaşımımız varsa bunu Lévy-Bruhl gibi insanlar sayesinde sahibiz, onların mevcut dar kalıpların dışına çıkıp öteki denilen toplumu, bireyi, kültürü içerden bakarak anlama çabası sayesinde düşünsel yargılama evresini aşıp olaylara, insanlara, insan tavırlarına çok yönlü bakmayı başardık. Onun gibi düşünürler olmasaydı, herkes kendi bildiğinden emin kalarak, başkalarının bilgi ve akıl yürütmelerini indirgeyici ve küçümseyici yaklaşımlarla sadece yargılardı. Günümüzdeki çok kültürlülüğü onun gibi insanlara borçluyuz diye düşünüyorum.
İlkel Zihniyet kitabını bir toplumun “ilkel” olduğu gerekçesiyle diğerleri üzerindeki tahakkümünün ideolojik bir gerekçesi olarak okuyabilir miyiz?
Yazarın da kitabının başında söylediği gibi “ilkel” sözcüğü sadece bir karşılaştırmayı mümkün kılmak için kullanılmıştır. Bunun yerine prelojik, mantık öncesi sözcüğünü tercih etse de ömrünün sonlarında, bu sözcükten de vazgeçmiştir. -Ayrıca ilk Lévy-Bruhl’ün kullandığı prelojik, mantık öncesi sözcüğünü Piaget ondan alarak kendi çalışmalarında kullanmıştı.- Ondan önce kullanılan sözcüğün “vahşiler” olduğunu düşündüğümüzde “ilkel” sözcüğü bir gelişme gibi gözükebilir. İndirgemeci olmayacak bir sözcüğü maalesef bulamamıştır. Lévy-Bruhl’ün sosyalist olduğunu unutmamak gerekir. Yazarları doğru anlamak için yaşadıkları döneme yerleştirmek lazım. Yoksa biz de aynı hatayı işlemiş oluruz. Kendisi Renan döneminde yaşamış birisidir, o dönemin zihniyeti bugünkünden çok farklıydı. Elbette çalışmalarında bize tuhafa ya da bağnaz görünen kısımlar olacak, ancak o dönemdeki çalışmaları o dönemin “zihniyetine” göre ele almak lazım. Aslında amacı, düşünce biçimlerinin fenomenolojik bir tipolojisini oluşturmaktı diyebiliriz. Tahakküme gelince mesele bir toplumun “ilkel” olmasından ziyade kendini koruma kapasitesiyle ilgilidir. Çok farklı ve bize göre çok bağnaz ülkeler var ancak bunların askeri gücü olduğu için kimse onları egemenlikleri altına almaya girişmiyor. Elbette Batı uzun süre medeniyet taşıyıcı rolü kisvesi altında başka devletleri, toplumları, toprakları sömürdüğü ve buna günümüzde özgürlük adına da devam ettiği bir gerçektir.
Peki, bu kitabın çeviri süreci sizin açınızdan nasıl gelişim gösterdi? Çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Çeviri tanımı gereği bir metnin bir dilden başka bir dile aktarılmasıdır. Bu tanım ne kadar basit görünse de aslında bazı zorlukları ve meslek içinde farklılıkları içermekte. Ben yazarına sadık bir çevirmenim, benim ne anladığım değil, yazarın ne söylediği ve nasıl söylediği önemlidir. Bu yüzden de çevirilerimde yazarın üslubunu korumaya gayret ediyorum, okurların farklı yazarları okuduklarında, bunu üslupta hissetmeleri bence önemlidir. Levy-Bruhl’ün üslubu çok berrak ve akıcıydı, eserlerini çevirirken çok keyif aldım. Umarım okurlar da okurken aynı keyfi alırlar. Bunun dışında bu gibi eserler çevirdiğimde şu gibi sorular aklıma gelmiyor değil: Keşke bizim seyyahlarımız da, Levy-Bruhl’ün çalışmalarını yapmak için kullandığı seyahatnameler yazsalardı, bizim kültürümüzden insanlar bu farklı kültürlere nasıl bakarlardı ya da nasıl tasvir ederlerdi? Ya da bizim sosyolog-antropologlarımız o günlükleri okusalardı, acaba farklı neler görebilirlerdi ya da ne tür teoriler üretirlerdi?
Son olarak iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa aktarmaktan memnuniyet duyarız.
Acizane sadece kitap yelpazesini geniş tutmakta fayda olduğunu düşündüğüm için okurların ilgi alanlarının dışında farklı şeyler okumalarını tavsiye ederim, çok zenginleştirici kitaplarla karşılaşabilirler.
Röportaj: Deniz Demirdağ Temel