Mehmet Barış Albayrak ile Bilginin Başlangıcı

Mehmet Barış Albayrak ile Bilginin Başlangıcı

Mehmet Barış Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için kendinizden, çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?

Merhaba, Almanca ve İngilizceden çoğunlukla felsefi metinler çeviriyorum. Çeşitli üniversitelerde “Felsefeye Giriş”, “Zihin Felsefesi”, “Eğitim Felsefesi” gibi dersler veriyorum. Son dönemde insanmerkezci olmayan ama özneyi de bir kenara atmayan yaşam merkezli yeni bir felsefenin olanakları üzerine düşünüp yazıyorum. 

Bilginin Başlangıcı, Albaraka Yayınları’ndan yayımlandı. Gadamer’in Presokratikler üzerine makalelerinin tamamının bir araya getirildiği bu kitap, okuruna neler vadediyor?

Gadamer bildiğimiz üzere hermeneutik akımın kurucularından. Bu bağlamda filozof, antik dönemi ilerlemeci bir bakış açısından çok kendi tarihsel bağlamı üzerinden okumaya dikkat ediyor. Bana kalırsa antik döneme, Presokratiklere, özellikle de Herakleitos’a hakkını en iyi veren metinlerden biri bu. Örneğin Hristiyan Platoncuların Herakleitos’un deyişlerini nasıl kendi niyetleri için çarpıttıklarını anlattığı bölümler çarpıcı. Bu sayfalarda, “hakiki” ya da “sahici” felsefi düşünce meselesinde özellikle de ana metinlerin bir bütün hâlinde elimizde olmadığı durumlarda ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini bir kere daha anlıyoruz. Yalnızca birincil metnin sahici olup olmadığına bakmak yetmiyor, yapılan alıntıların hangi tarihsel-söylemsel bağlamda kullanıldığı da önem kazanıyor. 

Bir diğer önemli nokta, Gadamer’in ezberci Presokratik okumalara meydan okuması. Ders kitaplarında ezberci eğitimin bize öğrettiği gibi Thales’in “su”, Herakleitos’un “ateş” vb. ile dolaysız biçimde özdeşleştirilmesinin yanlışlığını vurgulayan Gadamer, filozofların bu kavramları nasıl ilk ilkelerin, ilk başlangıcın metaforları olarak ele aldığını açıklıyor.

Bunun dışında Gadamer’in Presokratikler ve Platon arasında kurduğu ilişki de kayda değer. 

Kitap, Herakleitos fragmanlarının hermeneutik ve filolojik bir incelemesiyle başlıyor daha sonra atomcular üzerine bir tartışmaya geçiyor. Yazarın buradaki amacı nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?

Benim gibi Herakleitos hayranları için bu kitabın ilk iki makalesi gerçek bir hediye. Gadamer’in özellikle Platon’un karşısına güçlü bir Herakleitos figürü çıkarması benim için şaşırtıcı oldu. Bu bağlamda, önümüzde cereyan eden yaşamın ötesinde kutsallaştırılan “ruhun ölümsüz yaşamı”na karşı, Herakleitos’un yaşamı ve ölümü sürekli ve kesintili bir yaratım döngüsü (“Yıldırım yönetir her şeyi”) olarak vurgulanması benim için değerli. 

İlerleyen sayfalarda karşımıza çıkan atomculuk eleştirisi ise kitabın yine en kışkırtıcı bölümlerinden biri. Modern doğa biliminin ölçütünü, Platoncu ve Aristotelesçi doğa anlayışını pas geçerek salt Demokritosçu atom öğretisine bulanları eleştiren Gadamer, burada yüksek nitelikli bir felsefeden vazgeçildiğini öne sürmektedir. Gadamer’in buradaki atomculuk eleştirisi, atomculuğun sanıldığı gibi matematiksel bir temeli olmadığı, salt fiziksel bir varsayıma dayandığı, dahası Platoncu matematiksel bir temele dayanmak zorunda olduğudur. 

Bana sorarsanız, zorunda olmasak da illa bölümler arasında bir tutarlılık arayacaksak, Gadamer’in şöyle bir anlayışı olduğunu öne sürebiliriz: Salt atomculuğa dayanan modern doğa biliminin anlayışında nitelikli felsefe gittikçe ortadan kaybolmuştur. Nitelikli felsefenin zirvesi Herakleitos’tur çünkü onda zihinsellik/theoria henüz bu yaşamdan kopmamıştır; her şeyi açıklayan bilimsel bir zihinsellik yanılgıdır çünkü zihinsellik yaşamla iç içedir. Yaşam ise gayet paradoksaldır ve felsefe bu paradoksları özümsemeden nitelikli bir felsefe yapılamaz. 

Bu eser günümüze neler söylüyorlar?

Gerek bu kitap gerekse Felsefenin Başlangıcı’nda bana kalırsa günümüz felsefesine ilham verecek bazı yaklaşımlar var. Örneğin kendi tezimde Gadamer’in bu kitapta yer alan sıradışı noein analizinden ve nesnesizlik (Gegenstandslosigkeit) kavramından faydalandım. Gadamer’in hermeneutik analizinin salt insanmerkezci bir theoria olarak değil de bazen kendisinin Hegel yorumunda ve noein analizinde gördüğümüz gibi yaşam merkezli bir yerden ele alırsak, günümüzde sıkça rastlanan ama bence henüz doyurucu olmayan insanmerkezcilik eleştirilerine yeni bir soluk getirebileceğini düşünüyorum. 

Peki, bu kitabın çeviri süreci sizin açınızdan nasıl gelişim gösterdi? Çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

Türkçe felsefe çevirisi konusu başlı başına büyük bir tartışma konusu. Bana sorarsanız öncelik, okurun okuduğu zaman anlaması. Çevirmenin birinci önceliği bu olmalı. Bunu elbette felsefi kavramlardan taviz vermeden yapmalı ama illa öz Türkçe ya da Arapça karşılık bulacağım diye okurun gördüğünde afallayacağı kavramlardan kaçınmak gerekiyor. Mümkün olduğunca gündelik sözcükleri ve kavramları kullanmalı. Almanca en zor metinlerde bile bize havalı görünen kavramlar aslında orada gündelik dilde kullanılan kavramlar oluyor çoğu zaman (elbette burada transendental, a priori gibi teknik terimlerden bahsetmiyorum). 

Bir de bazen eleştirildiğim bir alışkanlığım var, sırası gelmişken onu da açıklamak istiyorum: Eğer Türkçede, Arapçada Farsçada vs. tam bir karşılığı yoksa bir kavramın Batı’da ifade edildiği gibi aktarılmasını öneriyorum. Diyalektik gibi kavramların artık eytişim gibi kavramlarla karşılanmaması gerektiği konusunda sanırım az çok hemfikiriz. Ben bir adım daha ileri gidiyorum ve “reflection” ya da “reflexion” gibi kavramların da daha iyisi bulunana dek “refleksiyon” ile karşılanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu kavram temelde Latince yansıma-geri yansıma demek. Bu kavramı tefekkür, düşünüm diye ya da “reflexivity” kavramını düşünümsellik diye çevirmek, bu kavramın yarısını alıp götürüyor. Zira yine tezimde göstermeye çalıştığım gibi refleksiyon, bizzat yaşamın temel niteliği olup, illa insani bir düşünüm anlamına gelmek zorunda değil ve bunu göz önünde bulundurmadan Batı geleneğindeki bazı felsefi tartışmaları tam anlamamızın mümkün olmadığını düşünüyorum. 

Son olarak Türkçe felsefe dili değil diyenlere bir atasözüyle yanıt vermek istiyorum: İşleyen demir ışıldar. Eğer biz düşünmeye başlarsak, felsefi üretim yaparsak, birbirimizi kişisel bağlamda değil düşüncelerimiz üzerinden eleştirirsek ve böylece birbirimizi aşağı çekmeye değil geliştirmeye çalışırsak, her dil gibi Türkçe de muazzam bir felsefe diline dönüşme olanağına sahip olur. 

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek aracı olmaktan memnuniyet duyarız.

Türkiye’de felsefenin her gün daha çok ilgi gördüğünü, felsefe okurunun sürekli arttığını görmekten mutluluk duyuyorum. 

Röportaj: Deniz Demirdağ Temel

Etiketler: röportaj
Temmuz 09, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR