TEZHİP SANATI

Kitap süsleme sanatı olarak tarif edilen tezhip sanatını, Türkler Orta Asya’dan getirmişler ve Türk hat sanatının seçkin örneklerini daha ihtişamlı göstermek çabasıyla süsleyerek, bu sanatı  ölümsüz kılmışlardır. Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve nihayet Osmanlılar eliyle, bir saray sanatı haline gelmiş, adeta şiirsel bir anlatım kazanmıştır.

Tezhip, Arapça zeheb (altın) sözcüğünden türemiştir ve tam karşılığı “altınlama – yaldızlama” olarak ifade edilebilir. Türk tezhip sanatını, altın kullanılarak yapılan kitap süsleme sanatı olarak da tarif etmek mümkündür. Altının yanı sıra boyanın da kullanılarak kitapların dışında, hat levhalarında, fermanlarda, hatta ahşap ve deri üzerinde, geleneksel motiflerin uygulandığı bir tezyinattır. Tezhip yapan kişiler “müzehhip veya müzehhibe” olarak adlandırılırken, müzehhibin elinden çıkan esere de “müzehhep eser" adı verilmektedir.

Tezhip sanatı, tarihi süreç içerisinde bugünkünden çok daha geniş bir anlamı içerir. Tezhip yapan sanatçılar sadece kitap süslemekle kalmaz, çeşitli alanlar için desen üreten çok yetenekli tasarımcılar olarak göze çarpar. Sanattaki tüm ekolleri, üslup değişikliklerini, yeni akımları, müzehhip olarak adlandırdığımız bu sanatçıların belirlediği görülür.

Osmanlı’da padişahın himayesinde gelişen tezhip sanatı, saray  nakışhanesinde, geniş bir sanatçı ekibi tarafından icra ediliyordu. Nakışhanelerde ustalar, çıraklar, altın ezenler, altın sürenler, cetvel çekenler (cetvelkeşler), tahrir çekenler ve renklendirenlerin oluşturduğu ekip tarafından meydana getirilen eserler, çoğunlukla imzasızdı ve icazet müessesi hat sanatında olduğu gibi gelişmemişti. Zira çok zaman ve emek isteyen bu meşakkatli sanatta, kolektif bir çalışma anlayışı ve uygulama söz konusuydu.

El yazması kitaplara bakıldığında ilk dikkati çeken, baş ve son sahifelerdeki tezhip yoğunluğudur. Tezhip sanatçıları, tüm hünerlerini sergileyecekleri bir alan olarak gördükleri bu kitaplarda büyük bir şevkle çalışmışlar ve seyredenin gözünde de aynı zevki uyandırmayı gaye edinmişlerdir.

Padişahlara, vezirlere ve devlet büyüklerine sunulan kitapları tezhiplemek bir gelenekti. Tezhibin uygulandığı ilk alanın dini kitaplar olduğu görülür. Bunun en başında Kur’ân-ı Kerimler gelir. Kur’ân’ın şanına uygun bir şekilde süslenmesi ona bağlılığın, hürmetin aynı zamanda imanın da güçlü bir ifadesidir.

Altın, tezhibin olmazsa olmazlarındandır ve bu eşsiz sanatın cazibe noktasıdır. Türk tezhip sanatçıları yüzyıllar boyunca altın ve laciverti bir arada kullanarak, izleyenler üzerinde sarsıcı bir etki bırakmışlardır. Zira bu iki rengin bir arada kullanılmasının, sembolik bir ifade taşıdığına inanılmıştır. Lacivertin göğü ve sonsuzluğu, altının  ise ışığı ve güneşi temsil ettiği inancı, tam da, İslam felsefesi ile uyum gösteren bir çizgidedir.

Tezhip'te ağırlıklı olarak kullanılan bu iki rengin yanı sıra, turkuvaz ve mavinin diğer tonları ile, bordo ve siyah çokça kullanılmıştır. Eserlerde kimi zaman zıt, kimi zaman uyumlu renkler bir araya getirilerek, farklı anlatımlar denenmiştir.

Sanatta güzellikler ayrıntılarda gizlidir. Tezhibin de ayrıntıların sanatı olduğunu söylenebilir.

Sanatçıya düşense, hem renk hem desen hem de işçilikte ahengi yakalamaktır. Çok hassas çalışmalarla hazırlanan kompozisyonların, aherlenen kağıtlara aktarılıp önce altınlanıp, sonra altınlar mührelenerek (altınları parlatan cilalı akik,firuze vs. taşı), parlatılıp tahrirlenmeye (kontürleme),  hazır hale getirilmesi ve boyama aşamasına geçilmesi izlenen klasik yöntemdir.

Bu kompozisyonlarda, izlenen kurallar, yüzyıllar boyunca yol gösterici olmuştur. Kullanılan ana motifler olan "Hatai", "Rumi" ve "Bulut"ların, birbirlerinin yollarına müdahele etmeden kendi çizgilerinde ilerleyerek, bir bütün oluşturmaları, bu sanatın özünü ve felsefesini ortaya koyar. Sanki çok karmaşıkmış ifadesi uyandıran bu kompozisyonlarda, kainatın düzeni farkedilebilir.

Ülkemizde ilk kez klasik sanat eğitimi vermek üzere açılan okul, 1914’te kurulan Medresetü’l Hattâtîn'dir. Cumhuriyetin ilanına kadar bu isimle faaliyetlerini sürdüren okul, Cumhuriyetten sonra Şark Tezyini Sanatlar Okulu adı altında bir süre daha eğitim vermiş, 1936’da ise Güzel Sanatlar Akademisi bünyesine dâhil edilmiştir.

Günümüzde tezhip sanatı, diğer klasik sanatlar gibi üniversitelerin Güzel Sanatlar Fakültelerinde ders olarak okutulmakta ve her yıl sayısız mezunu sanat hayatına kazandırmaktadır. Bu öğretim kurumlarının yanı sıra, özel kurslardan veya özel hocalarla yetişen alaylı pek çok sanatçı adayı, tezhibe büyük hizmetlerde bulunmaktadır.

 

Nilüfer Kurfeyz, Selim Sağlam

cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR