Zeki Özcan ile İslam Felsefesinde Aristoteles ve Plotinos

Zeki Özcan ile İslam Felsefesinde Aristoteles ve Plotinos

Zeki Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?

1952 yılında Uşak’ta doğdum. Üniversite eğitiminden sonra bir süre öğretmenlik yaptım. 1982 yılında Uşak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde akademik kariyerime başladım.1996 yılında doçent 2002 yılında profesör oldum 2019 yılında emekli olana kadar bu fakültede Din Felsefesi Anabilim dalında öğretim üyeliği yaptım. İlk kitabım Plotinos, Dokuzluklar’ın belli bölümlerinin çevirisiydi. Bu çeviri Türkçede Plotinos’tan kitap olarak yayınlanan ilk metindi. İlk telif kitabım doçentlik tezim de olan Teolojik Hermenötik idi. Din felsefesi ve felsefeyle ilgili telif ve çeviri otuza yakın kitap yayınladım. Son zamanlarda çevirilerin yanında yedincisi üzerinde çalıştığım altı cilt dil felsefesini telif olarak yayımladım. Şu an hem telif hem de çeviri çalışmalarımı yoğun şekilde sürdürmekteyim. Röportajı okuyanın bilimsel aktivitem konusunda tam ve açık bir fikir edinebilmesi için yazdığım ve çevirdiğim kitapların sayım-dökümü aşağıda verilmiştir. 2020 yılında Türk Felsefe Derneği tarafından Prof. Dr. Necati Öner adına verilen “Felsefeye Hizmet Ödülü”nü aldım.

 

İslam Felsefesinde Aristoteles ve Plotinos Albaraka Yayınları’ndan yayımlandı. Bu kitap okurlarına ne vadediyor? Okurlara böyle bir kitabın okumasını yaparken tavsiye ve önerileriniz nelerdir?

Bu sorunuzla ilgili olarak açıklamalarıma Austin’in bir sözünden hareketle başlayayım. Austin demektedir ki “Ben krallığın ne olduğunu bilmem, çünkü hiç krallık yapmadım.” Kuşkusuz bir psişik ben yazarın doğrudan deneyimi yoktur. O nedenle empati kişinin kendi beniyle gerçekleştirdiği deneyimi başka bir bene transferinden ibarettir. Bu anlamda Austin haklıdır. Ancak içeriği önermeler ve ifadeler ile aktarılan düşünce ve zihin dünyasına gelince empati konusundaki tespitler burada geçerli değildir. Diğer deyişle kişinin bir yaşantı olmayan iletilebilir düşüncelerine, çıkarımlarına bakış açılarına sözlerinden hareketle doğrudan nüfuz edebiliriz. Kral olmasak da kralın nasıl krallık yaptığını eylemlerinden ve sözlerinden bilebiliriz. Buradan hareketle sorunuzla ilgili olarak şunu söyleyeyim: Bu kitapta yazar Aristoteles’ten yorumlamadan aktardığı özgün ifadelerle Aristoteles’in zihin dünyasının entelektüel açıdan mükemmel bir topoğrafyasını vermekte yüzyıllarca etkili olmuş hayranlık uyandıran düşünme biçiminin betimini yapmaktadır. Kuşkusuz Aristoteles felsefe tarihinde botanikten zoolojiye, meteorolojiden astronomiye empirik alana, metafizikten mantığa, politikadan psikolojiye kadar pek çok alanda çok geniş bir yelpazede görüşleri olan bir filozoftur. Aristoteles hangi konuyu incelerse incelesin bir ve aynı mercekle bakar. Bu mercek rasyonalitedir. O duyumlamaya değer verse de duyulur bilginin değerini takdir etse de bu bilgiyi sınırlı kabul eder duyum bilgisini rasyonel bilginin biçimlerinin taşıyıcısı sayar. Ona göre gerçek bilgi deyim yerindeyse duyum bilgisinden arıtılmış damıtılmış saf rasyonalite hâline gelmiş bilgidir. Peki rasyonel bilgi nedir? Nous’un yani aklın kendindeki kavramların doğrudan kendilerinde ve kendileri aracılığıyla kavranmasıyla elde edilen bilgidir. Yazarın bu kitapta amacı Aristoteles düşünce sistemine bir prologomenadır. Yazar burada filozofun kavramlar sistemini yani var olana baktığı merceği Aristoteles’in Ruh Üzerine adlı kitabının ilgili bölümlerinden hareketle ortaya koymakta ve merceği kullanma biçimini yani kavramlarla düşünme tarzını başarılı bir şekilde açıklanmaktadır. Yazar bunu yaparken bir mekanisyen gibi davranmaktadır. Nasıl mekanisyen mekanik bir sistemin parçalarını önce teker teker söküp sonra izleyenlerin gözü önünde her parçayı yerine monte ederek sistemi yeniden inşa ederse yazar da analizleriyle önce Aristotelesçi metafizik sistemin öğeleri olan kavramları sistemden ayrı biçimde bölünemez özellikleriyle ele alınmakta sonra bunların Aristotelesçi düşünme biçiminde nasıl fonksiyonel olduklarını canlı bir şekilde göstermektedir. Okuyucu bu kitapta yazarın gerçekleştirdiği Aristotelesçi düşüncenin dekonstrüksiyon ve rekonstrüksiyon sürecini izleyerek Aristoteles’in sistemini apaçık bir şekilde kavramaktadır. 

Öbür yandan her sistem bir nesne gibi düşünülebilir. Böyle olduğu için Frege’deki nesne ve tasavvuru ayrımından yola çıkarsak şunu diyebiliriz: Aristoteles sistemi bir x nesnesi olsun. Bu nesnenin referansı aynı yani Aristotelesçilik olsa da filozoflar tarafından tasavvuru yani anlamı farklı şekillerde olabilir. Bir ve aynı sistemin farklı şekilde tasavvuru yorumdur. O nedenle Aristoteles sistemi söz konusu olduğunda yorumlar çok önem taşır. Aristotelesçilik tarihte yorumlarla taşınmıştır. Yazar Aristoteles Sisteminin yorumlarla Antik Çağ’dan Orta Çağ’a nasıl taşındığını da anlatır. İslam dünyasında ve Batı’da Aristoteles yorumlarına değinerek tıpkı bir ve aynı yatakta aksa da coğrafi bölgelere göre kıvrımları ve debisi değişen tarihteki Aristoteles’i de tanıtır. Özetle söylersek okuyucu bütün bunları kitapta bulur. Okuyucu deyim yerindeyse kitabı okurken Aristoteles’le felsefe yapar ve onu yorumlar.

Bu kitap oldukça teknik analizler içerir. Kitabı çevirme nedenlerimden biri de budur, hatta diyebilirim ki bu tür çalışmaları yapacaklar için bir prototiptir. Kitapta çokça felsefi terminoloji vardır. Ben felsefe metni okumayı bir sanata benzetirim. Bu sanat da felsefi terminolojiye hâkim olmakla icra edilir. O nedenle okuyuculara önerim öncelikle kitaptaki terimleri dikkatli şekilde gerektiğinde not ederek içselleştirmeleri eğer ihtiyaç duyarlarsa felsefe sözlüklerinden yararlanmaları metni öneminden dolayı pekiştirmek için yeniden okumaları. Bu kitap benim derslerde öğrencilerin okumalarını istediğim, “döne döne oku” diye esprili bir tavırla tavsiye ettiğim kitaptır. Dolayısıyla sabırla dikkatle okumaları kendilerinde geniş ufuklar açacaktır.

 

Yazarın İslam Felsefesinde Aristoteles ve Plotinos’u kaleme almasındaki amaç nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?

Sorunuza cevap olarak diyebilirim ki yazarın temel ilgisi kitaplarından anlaşılacağı gibi Logos’tur (Akıl). Zaten ben de yazarı Logos ile ilgili araştırmalarım sırasında tanıdım ve birkaç kitabını okudum. Logos’un en sistematik açıklamasını yapan da Aristoteles’tir. Aristoteles’le bu kavram nüansları bir yana bırakırsak bütün Orta Çağ’a damgasını vurmuştur. O nedenle Antik ve Orta Çağ düşünmesini anlamak için anahtar bir terimdir. Öte yandan yazar İskenderiye doğumludur bir bakıma Plotinos’un hemşerisidir. Bu tarihsel durumu bir yana bırakırsak Plotinos’u yazarın araştırma nedenini şöyle açıklayabilirim: Orta Çağ söz konusu olduğunda hem kronolojik hem de önem bakımından ilk önce araştırılacak filozoflardan biri Platinos’tur. Plotinos felsefe tarihinin sistemsel tutarlılık açısında Spinoza ile iki filozofundan biridir. Hem Platon’u hem de Aristoteles’i yorumlamış ve gerektiğinde eleştirmiştir. Hatta şu an çevirmekte olduğum VI. Dokuzluk’un birinci bölümündeki varlığın cinsleri ya da “kategoriler üzerine”ye dayanarak diyebilirim ki Plotinos çok mükemmel bir mantıkçıdır iyi bir Organon okuyucusudur ve yorumcusudur hatta bir adım daha ileri giderek diyebilirim ki geliştiricisidir. Mantığın Logosla ilişkisi açıktır. Öbür yandan Plotinos’ta Logos’un ve Logosla gerçekleştirilen “teoria”nın Plotinos’ta çok farklı bir yapısı ve fonksiyonu vardır. Bütün mistisizmlerde ortak bu Logos kavramı tarihsel öneminden, etkisinin genişliğinden dolayı bu kavramı araştıran bir felsefe tarihi araştırmacısının dikkatini çekmekten öte araştırmasının zorunlu bir ögesi olduğu açıktır. Bu saydığım nedenlerle Fattal hem Aristoteles’i hem de Plotinos’u araştırmıştır.

“İslam dünyasında Aristoteles” denildiğinde neler söyleyebilirsiniz? Aristoteles ve Aristotelesçilik’in İslam felsefesi üzerindeki doğrudan ya da dolaylı etkileri nelerdir?

Bu sorunuzu cevaplarken önce İslam kültürüyle ilgili bazı tarihsel durumları dikkate almalıdır. Bilindiği gibi peygamber döneminden önce Hicaz bölgesinde felsefe yani “teoria”ya dayalı düşünme bilinmiyordu. Sadece bazı şairlerin şiirlerinde “sofos”u çağrıştıran hikmetli sözler biliniyordu. Fetihlerle birlikte Mısır’ın Bizans ve Sasani imparatorluklarının bilimsel ve felsefi mirası Müslümanlara geçti. Müslümanlar kendilerini miras aldıkları bu birikime dayanarak kültürde Greklerin basit bir öğrencisi olan Roma İmparatorluğu gibi olmamak için “kültürden uygarlığa geçmek” zorunda hissettiler. Bu nedenle Sasani birikiminin yetersiz mirasından çok Greklerin mirasından yararlandılar. Bu mirasın en önemli bölümü de Aristoteles’in çevirilen kitaplarıydı. Sorunuza buradan giriş yapacak olursak diyebiliriz ki İslam dünyasında Aristoteles çoklu fonksiyonu olan en önemli filozoftur. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi onun eserleri hem o dönemin bilim ihtiyacını karşılıyordu hem düşünceyi disipline etmeyi tutarlı düşünmeyi sağlıyordu hem de Nous’la Tanrı arasında benzerlikten hareketle Tanrı kavramına yeni bir açılım sağlıyordu. Bu nedenle Aristoteles kozmoloji, mantık, felsefe, teoloji, usulü fıkıh hatta gramer alanlarını etkiledi daha doğrusu bunlara ilham kaynağı oldu. Bu etkinin boyutları üzerine çok şey söylenebilir fakat bu sözü uzatmak olur. Ben burada sadece bana göre çok dikkate değer bir örnek vermekle yetineceğim. A. Elamrani, Jamal’in Logique Aritotelicienne et Grammaire Arabe (Aristoteles Mantığı ve Arapçanın Grameri) adlı kitabında belirttiğine göre Arapçanın grameri yazıya geçirilirken Aristoteles’in Peri Hermenias (Yorum Üzerine) adlı kitabının çok etkisi olmuştur. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksizdir.

İslam dünyasında Aristotelesçilik deyince iki şeyden biri anlaşılır:

1. IX. ve X. yüzyıllarda gerçekleştirilen. Aristoteles eserlerinin Arapçaya çeviri hareketi. 

2. Doğrudan doğruya Aristoteles’in eserlerinden esinlenen, Arapça oluşturulmuş IX. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar hatta günümüze uzanan felsefi ve bilimsel zengin bir gelenek. 

 

İslam dünyasında Aristotelesçi düşüncenin oluşumuna kim veya kimler katkıda bulunmuştur?

Bu sorunuza cevap olarak şunları söyleyebilirim: İslam dünyasında Aristotelesçi gelenek birkaç yüzyılda oluşmuştur. Bu düşüncenin oluşumuna Müslümanlar ve onların dışında Hristiyan Yakubiler, Nesturiler, Zerdüştler, Yakubiler, Melkitler, Sabiiler katkıda bulunmuşlardır. Bunlar Aristoteles’in kitaplarını çevirdiler, düşüncelerini yorumladılar, Müslümanlarla iş birliği yaparak Müslüman Aristotelesçiliğini oluşturdular.

 

Aristoteles’in ve Plotinos’un İslam felsefesindeki evrimi ve kaderi ne idi?

İslam dünyasında Aristotelesçiliğin ve Plotinosçuluğun kaderi ve evrimi konusuna gelince bu konuda iki durum ortaya çıktı:

1. Az önce söylediğimiz gibi İslam Aristotelesçiliğinin oluşmasında Müslüman olmayan çevirmenlerin ve Aristoteles yorumcularının da payı vardı. Bu çevirilerde doğal olarak zaman zaman önemli terminolojik problemler vardı, bu problemler çevirmenler aracılığıyla İslam dünyasına da geçti.

2. Her kültürleşmede olduğu gibi Aristotelesçilik İslam dünyasında farklı şekillerde ve derecelerde içselleştirilme süreci yaşadı. Filozoflar “Hikmet’in ezeliliğine ve farklı şekillerde ifade edilse de tekliğine” inandıklarından, Aristotelesçiliği deyim yerindeyse blok hâlinde filozofun doktrinlerinden hiçbirini dışta bırakmadan, alıp öğrenmeye ve yorumlamaya çalıştılar. Bu filozoflara göre Aristoteles evrensel ve tek hikmeti en mükemmel şekilde ifade edenlerin ilkidir yani Muallim-i Evvel’dir. Fakat kelamcılar mesleklerinin teolojik apolojetik özelliklerinden dolayı Aristoteles’in doktrinlerinden tutumlarının izin verdiği ve amaçlarına uygun olanları aldılar. Bazı kelamcılara göre Aristoteles’in kimi doktrinleri örneğin evrenin ezeliliği eskatolojinin yoktan yaratmanın olmaması gibi konular vahyin temel öğretileriyle uyuşmaz. O nedenle Aristoteles metafiziğiyle Kur’an’ı uyuşturmak mümkün değildir. Bu yüzden onlara göre metafizik bir yabancılaşmadır. Sonuçta bunlar Aristotelesçiliğin metafizik bütün doktrinlerini reddettiler. Fakat Aristoteles’in metafiziği karşısında hangi tavrı takınmış olursa olsun İslam dünyasında büyük bir çoğunluk Aristoteles mantığını Organon’dan veya yorumlarından alıp alıp kullandılar, yorumladılar hatta İsagoji adı altında bin küsur yıldır okuttular ve ülkemizde hâlâ okutulmaktadır. 

Burada şunu belirtmeliyim: Aristotelesçiliğin İslam dünyasındaki durumuna ilişkin röportaj çerçevesinde yaptığımız açıklamalar senkroniktir yani eş süremlidir. Oysa konu daha ayrıntılı ve diakronik yani artsüremli açıklamalarla ortaya konmalıdır. Bunu bu satırlarda bir fikir vermekle yetinmek zorundaydık. Konuyu yayıneviniz tarafından basılan çevirimizin “Giriş” yazısında ayrıntılı olarak açıkladık. Aristoteles’le ilgili söyleyeceklerimi son bir dipnot kabilinden ifadelerle bitirmek istiyorum. Müslüman filozoflar otantik Aristoteles’i ne kadar anlamışlardır? Bu önemli soru pek de ele alınmamıştır. Bunun cevabını vermek kolay değildir. Afakiliğe düşme ihtimalimi ve bu ihtimalin neden olduğu kaygımı saklı tutarak sadece sezgilerime dayanarak diyebilirim ki problem, bir araştırma enstitüsü oluşturacak önemdedir. Ben Aristoteles’in Ruh Üzerine adlı çevirimden sonra yayımlan İbn-i Rüşd’ün Aristoteles’i nasıl anladığını merak ettim ve Aristoteles’in metniyle rastgele bölümleri karşılaştırdım. Endülüslü filozofu doğru anladığını ve çok iyi şerh ettiğini gördüm.

Şimdi sorunuzun ikinci bölümüne Plotinosçuluğun İslam dünyasındaki durumuna değinmek istiyorum. Yeni Platonculuk diye de bilinen Plotinosçuluğun biraz farklı bir içselleştirilme süreci oldu. Plotinos başlangıçta Aristoteles’le karıştırıldı. Karıştırmanın nedeni filozofun Dokuzluklar külliyatının bazı bölümlerinin çevirisi olan ve Esulucya adıyla çevrilen metindi. Plotinos’un Tanrı’ya dair görüşlerini içeren bu derlemenin yazarı ilk önceleri Aristoteles diye biliniyordu. Bu metnin sonradan Aristoteles’e değil de Plotinos’a ait olduğu anlaşıldı. Ancak her şeye rağmen bu metin İslam kültürünü derinden etkiledi, zühd, keşf ve ilham sudur gibi konularda tasavvuf teorisine ilham kaynağı oldu. Öbür yandan tasavvuftan ayrı ve bağımsız olarak sudur teorisi Kur’an’daki yoktan yaratmayla uzlaştırılmaya çalışıldı. Şunu da önemle belirteyim: Dokuzluklar’ın külliyatı olarak çevrilmemesinin sonucu olarak Plotinos Hristiyan dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da sadece mistik bir filozof olarak anlaşıldı. Oysa bir kısmını çevirdiğim ve çevirmekte olduğunu külliyatın bütününde gördüğüm Plotinos sadece bir mistik değildir, daha fazla bir şeydir. Hayranlık uyandıran diyalektikçi, ele aldığı konuyu empirik dünyadaki bütün olgulardan hareketle açıklayan sıkı bir metafizikçidir. Umudum filozofun bu bilinmeyen yönünün ortaya çıkarılmasıdır.

 

Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? 

Sorunuz entelektüel hayat açısından son derece hayati bir konuyla ilgilidir. Bu konuyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Çeviride kaynak dille hedef dilin diğer deyişle metnin dilinin ve okuyucunun dilinin ilişkisi her zaman tartışılmıştır. Tartışmanın çok çeşitli boyutları ve çok farklı değerlendirmeleri vardır. Çevirinin imkansızlığından hatta metne ihanet olduğundan metni yeniden yazma olsa bile olsa çevirinin mümkün olmadığına dair tartışmalar hâlâ yapılmaktadır. Bu tartışmaların ayrıntısına girmeden kendi düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Çevirmenin çeviri sırasında tutumunu belirleyen çevirdiği metindir. Eğer çevrilen bilimsel, teknik bir metinse ve tüm kültürlerdeki insanların dillerine çevrilebilecek bir metinse bu, çevirmenin inisiyatifini kullanmadan çevirebileceği mantık terimiyle söylersek “salva veritatesi” olan bir çalışmadır. Burada asıl olan ifadenin sadece bir kültüre ait olmamasıdır. Çünkü kültüre sıkı sıkıya bağlı ifadeler özgün kullanımları zikredilerek belirtmenin dışında çevrilemezler çünkü başka dillerde karşılığı yoktur. Birkaç aşina olduğum örnek vereyim. Örneklerim Fransızca üzerinden olacaktır. Dünyaca ünlü bir şarkiyatçı Kur’an’ın Fransızca çevirisinde “Allah” kelimesini Fransızcaya Tanrı anlamına gelen “Dieu” diye çevirmez. Çünkü Allah bir özel addır ve özel adın çevirisi olmaz. Bir başka örnek. Fransızca sosyoloji metinlerinde gecekondu olgusundan söz edilirken bidonville (bidon şehir) kullanılır. Oysa Türkiye’deki gecekondulardan söz edilirken kelime “gecekondu” şeklinde orijinal ifade ile verilir. Çünkü gecekondunun diğer dillerde karşılığı yoktur. Konuyu dağıtmamak için şu iki örneği verip dilin kültüre bağlılığı ve kültüre bağlı kelimelerin çevrilmemesi gerektiğine dair açıklamalarımı bitirmek istiyorum. Bir giyim biçimi olan kara çarşaf hatta poyraz rüzgârı bile Fransızcaya çevrilmeden olduğu gibi kullanılır.

Kuşkusuz her metin gündelik hayatla ilgili, bilimsel veya teknik metin değildir. Felsefi metinler de vardır. Bu metinleri çevirirken kelimenin çevrildiğinde anlamından, içeriğinden bir şeyler yitirmemesine dikkat eder, onun dilimizdeki karşılığını veririm. Kelime sadece metnin yazarına aitse anlamı onun tarafından belirlenmişse onu çevirmen özgün imlasıyla yazarım ve gerekiyorsa dipnotta açıklarım.

Röportaj sorularınıza cevaplarımı çok önemli bir konuya çevirilerde sözlüğün kullanımına dair düşüncelerimi ifade ederek bitirmek istiyorum. Bu konuyu açıklarken bir ayrımı doğru çeviri, güzel çeviri ayrımını dikkate alıyorum ve şu olgudan hareket ediyorum. Her güzel çeviri doğrudur ama her doğru çeviri güzel değildir. Bunu bir örnek üzerinden açıklayayım. Örneğim ünlü çevirmenlerden Sabri Esat Siyavuşgil’in Alphonse Daudet’nin Lettres de Mon Moulin(Değirmenimden Mektuplar) adlı çevirisindendir. Romanda kahramanın sesiz, sakin gökyüzünde pırıl pırıl yıldızlı gecede durumunu anlatan yazar dış ortamı betimlerken “pas de bruit” ifadesini kullanır. Çevirmen bunu “gürültü yoktu” diye çevirdiğinde doğru çevirmiş olur ama bu güzel çeviri değildir edebî zevki yansıtmaz. Fakat Siyavuşgil’in çeviri şöyledir: “Çıt çıkmıyordu”. Bu çeviri hem doğrudur hem de güzeldir.

 Bu örnek bize şunu gösterir çeviride sözlüğün kullanımı her zaman doğru çeviriyi sağlasa da güzel çeviri için yeterli değildir. Güzel çeviri için dil filozoflarının “sözlükleri atın kullanıma bakın,” sloganı oldukça öğreticidir. Çevirmen kendi dilinin doğru olduğu kadar güzel kullanımına aşina ise çeviri güzel olur. Ben yayıneviniz için yaptığım bu çevirinin rahat okunur bir metin olması için zorunlu olmadıkça sözlüğe başvurmadım kelimenin eş anlamlıları içinden Türkçeye en uygun olanını seçtim. Bu açıdan kitap çeviri hayatımda bir dönüm noktasıdır.

 

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek iletmekten memnuniyet duyarız.

İyi bir okuyucu teslis ehli olmalıdır. Teslisin ögeleri de şunlardır: Nitelikli ve tekrar olmayan bir kitap, not yazılacak bir materyal ve alanla ilgili sözlük. Okurken Konfüçyüs’ün şu sözü unutulmamalı “Savaşta bir mıh bir nalı bir at bir komutanı saf dışı bırakabilir ve bir ordu yenilebilir.” Buradan hareketle diyebiliriz ki bir kelime bir cümleyi, bir cümle bir kitabı anlamak için vazgeçilmez olabilir. Hiçbir kelimeyi anlaşılmadık bırakmadan okumayı ve önemli görülen yerlerin yazılmasını öneririm. Son önerim kitabın “Bölünemezler” başlığı altında Aristoteles’in Ruh Üzerineadlı kitabından alıntılar yapmaktadır. Okuyucular benim Ruh Üzerine adlı çevirimin ilgili bölümünü okurlarsa çok yararlı olur. 

Röportajınızla bu önemli konularda düşüncelerimi ifa etme fırsatı verdiğiniz size teşekkür ediyor, iyi çalışmalar diliyorum.

 

Yazarın Yayınlanan Kitapları:

Dil Felsefesi I Mantıkçı Paradigma

Dil Felsefesi II Gündelik Dil Paradigması

Dil Felsefesi III İkinci Wittgenstein’da Gramer Paradigması

Dil Felsefesi IV Austin’de Eylemsel Paradigma

Dil Felsefesi V: Searle’de Zihin Paradigması

Dil Felsefesine Giriş

İnsan ve Toplum Bilimleri I Genel Bakış

İnsan ve Toplum Bilimleri II Epistemolojik ve Kavramsal Sınırlar

Augustinus’ta Tanrı ve Yaratma

Teolojik Hermenötik

 

Çevirileri:

İslam Felsefesinde Aristoteles ve Plotinos: Michel Fattal

Özgürlük ve Nörobiyoloji: John Searle

Nikomakhos’a Etik: Aristoteles

Ruh Üzerine: Aristoteles

Dokuzluklar I: Plotinos

Dokuzluklar V: Plotinos

Dokuzluklar (Seçme Metinler): Plotinos

Viyana Çevresi Üzerine: (Giriş Yazısı ve Seçme Metinler),

Görecelilik: Raymon Boudon

Din Felsefesi Yazıları I (Derleme)

Din Bilimleri Yazıları I (Derleme)

Din Dilinin Anlamı: Friedric Ferré

Wittgenstein’da Din Felsefesi: Jean Greisch

Din Felsefesi: Paul Tillich

İnsan ve Tanrı: Georges Gusdorf

 

         Röportaj: Deniz Demirdağ Temel

Etiketler: tanıtım röportaj
Şubat 29, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR