Uğur Gülsün ile Barış için Savaş
Uğur Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?
Merhaba, elbette bahsedeyim. 1977 Ankara doğumluyum. Gazi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunuyum. Bir kamu kuruluşunda mühendis olarak çalışıyorum. Ayrıca TODAİE’de Kamu Yönetimi yüksek lisansı yaptım. Ardından Jean Monnet Bursu’nu kazanarak Furtwangen Üniversitesi Berlin kampüsünde Uluslararası Ekonomi ve Kültürel Diplomasi yüksek lisansı yaptım. Ortaokul yıllarımdan beri öykü, şiir ve makale türünden birçok çalışmam değişik mecralarda yayımlandı. 2000 yılında Sn. Taha Çağlaroğlu tarafından hazırlanan Yeni Öykü Antolojisi’ne de en genç öykücü olarak girmiştim. Arapça ve İngilizce, orta düzeyde de Almanca biliyorum. 2012 yılından beri de ülkemizin en seçkin yayın kuruluşlarıyla bilfiil çalışmanın ve çok sayıda kurgu ve kurgu dışı yabancı kitabı Türkçeye kazandırmanın keyif ve gururunu yaşıyorum. Barış için Savaş, benim Albaraka Kültür Sanat ile ilk ortak çalışmam oldu.
Barış İçin Savaş Albaraka Yayınları’ndan yayımlandı. Bu kitap okurlarına ne vadediyor? Okurlara böyle bir kitabın okumasını yaparken tavsiye ve önerileriniz nelerdir?
Öncelikle hayırlı olsun, okuru bol olsun. Barış İçin Savaş, Michigan Üniversitesi’nden oldukça genç ve parlak bir akademisyenin, Sn. Dr. Murad İdris’in gerçekten emek ve zekâ ürünü bir çalışması. Onu okuyup kalemini ve dimağını tanıyanlar teslim edecektir ki çalışmaları akademik çevrelerde ve dünya çapında her geçen gün daha çok ses getirecektir. İdris, bu çalışmasında her kademede insanın sıkça dile getirdiği ve yer yer başka kavramları yumuşatmak için kullandığı barışı açımlıyor. Tarih boyunca onu sarf eden en yetkin ağızlardan; Platon’dan, Farabi’den, Aquinas’tan, İbn Haldun’dan, Hobbes’tan, Erasmus’tan, Gentili’den, Grotius’tan, Kant’tan, Seyyid Kutub’dan ve daha nicelerinden alıntılar yaparak onların satır aralarında dolaşıyor, söylenenlerin yanı sıra söylenmeyenleri bulup çıkarıyor. Bu anlamda her düşünce insanının öyle ya da böyle uğradığı bu limanlardan çok farklı metalar çıkarıp sunuyor. Okur, dakik bir zihinle takip eder ve kavramları atlamadan, ağırlığınca değerlendirirse bu ihmal edilegelmiş hakikat damarını yakalayacaktır. Tarih ve siyasetin dilinde kimi zaman göz boyamak için kullanılmış barış ve onun ekürisi kavramları işittiğinde arka planıyla kavrama şansı bulacaktır.
Yazarın Barış İçin Savaş’ı kaleme almasındaki amaç nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?
Toplumlar hâlinde yaşamanın bir dezavantajı olarak değerlendirebiliriz belki bunu; toplumlar kimi kavramları ne sıklıkla kullanıyor ve onları ne kadar iyi kavradıklarını düşünüyorlarsa o kadar sığ ve yanlış anlıyorlar. Hele de doğru anlamalarının önünde engel olarak birtakım menfaat çatışmaları varsa insanlar düşünmeden kullandıkça o terimlerle aralarındaki uçurum günden güne derinleşip genişliyor. Murad İdris de böyle kullanıldıkça sığlaşan ve ekseninden sapan bir terim olan “Barış”ı ele alma gereği duymuş. Bunun büyük bir gereksinim olduğunu düşünmüş. Ben tam da o noktada İdris’e katılıyorum ve motivasyonunu derinlemesine anlıyorum. Toplumları o çok sık kullandıkları “Barış” terimini ve onu yanına eklemledikleri diğer terimleri düşünmeye, gerçekten anlamaya davet ediyor. Belki bu sayede barışın gerçekten tesis edilmesine katkıda bulunabileceğine inanıyor. Buna ben de inanıyorum. Zira insan, üzerine emek vermediği fikirlerin meyvelerini devşiremiyor.
“Savaşın barış için olduğu” paradoksunu Barış İçin Savaş kitabı çerçevesinde nasıl yorumluyorsunuz?
Barış tüm çağrışımları ile kulağa hoş gelen bir kavram. Huzuru, dinginliği, sevgi ve saygıyı ifade ediyor. Savaş da aksine bunun tersi çağrışımları akla getiriyor. Ne var ki bu iki kavram yin-yang döngüleri gibi ardışık ve ne kadar hızlı çevrime tabi tutarsanız o kadar birbirinin rengine bürünüyor. Yani siyah ve beyazı hızla çevirdiğinizde gri elde ediyorsunuz. Aralarındaki bu iç içe geçiş ve ardışık hüviyet birinin diğerini hazırlamak için var olduğu algısını/yanılgısını da doğuruyor. Hatta kimilerine göre barış zaten savaşlar arasındaki bir ateşkes döneminden ibaret. Bunu tersinden okumak ve “barış savaş içindir” demek de mümkün. Yani barışın verdiği olanaklar kullanılarak savaş için rahat hazırlık yapmanın mümkün olduğu söylenebilir. İşte bu noktadan bakıldığında insanlık tarihinde hemen hemen eş ağırlıklı bir şekilde var olmuş bu iki terimin sadece birinden (yani barıştan) yana olduğunu söyleyenler her zaman samimi midirler? Herkes bu tarafta yer alıyorsa savaşları kimler çıkarmaktadır? Bu ve bunlar gibi soruların cevapları kitapta bolca aranıyor ve bence bulunuyor da…
İslam ve Müslüman Meselesi üzerinden barışı sorunlu kılan nedir?
İslam kelimesi “se-le-me” kökünden Arapça bir kelime ve anlamı barış. Ama çok geniş kapsamlı bir barış. İslam öğretisini şube şube incelediğinizde insanın kendisiyle diğer bireylerle ve Yaradan’ıyla olan barışını aynı anda tesis etmek gibi zorlu bir iddiayı/tezi bünyesinde taşıyor. İslam bu açılardan oldukça zorlu bir iklimde dünya sahnesine çıkıyor ve kendisini bu üç yönlü barışa muhtaç hisseden kalabalıkların yoğun teveccühü ile karşılaşıyor. Fakat tarih boyunca bu eksende yer almayanlar ya da bu barışın o usullerle elde edilemeyeceğini düşünenlerle çatışıyor. Çünkü her tezin bir antitezini üretmek aklen mümkün. Değişik tarihî ve coğrafi dönemeçlerden geçtikçe farklı dalga boylarında İslam’ın tesiri altında kalmış topluluklar içinde savaşı birinci önceliğe taşıyan figürlerin de ortaya çıktığına şahitlik ediyoruz. Bunların içinde İslam’ın barış yorumunu başkaları gibi anlamayanlar olduğu gibi barışçı İslam sunumunun Batı dünyasının bir pasifleştirme oyunundan ibaret olduğunu iddia edenler de var. Bu kadar fikir ayrılığı içinde doğruyu bulmak için herhâlde elimizde aklıselim ve kalbiselimden başka reçete bulunmuyor. Murad İdris’in benim vesilemle Türk okuruna sunduğu bu kitap işte o aklıselime bir kapı aralayacak diye umut ediyorum.
“Barış sorunu”, savaşın talepleri göz önünde bulundurulduğunda barışın nasıl elde edileceği ve korunacağı mıdır? Yoksa barışın iktidar ve savaş yoluyla ya da onlarla bağlarını kopararak elde edilebilecek saf bir ideal olarak nasıl korunduğu mudur?
Temelde yolu savaştan geçmeyen bir barışı tesis etmek akıl edilemiyor diyebiliriz. Savaş ve gücün talep ettiği insanları maruz bıraktığı fedakârlıklardan ve aslında mahrumiyetlerden kurtulmak için savaşları geçilmesi gereken bir yol, bir durak olmaktan çıkarma çabası ve bu çabanın zorlukları barış sorunu olarak adlandırılabilir. Ancak Murad İdris dünya tarihi boyunca durumun böyle seyretmediğini, aksine barışın var olma mücadelesinde, hatta savaşında, savaşa hep muhtaç bir görüntü çizmiş olmasının barışın temel sorunu olduğunu öne sürüyor. Ve soruyor: “Barış fikri, siyasi düşünce tarihi boyunca neden hep bu kadar kolayca savaşa evriliyor?”
Barış gerçekte ne anlama gelir ya da barış için savaş ilan etmek ne zaman doğrudur?
Barışın gerçek anlamını az önce bahsini ettiğim üçlü sacayağını kurmakla elde edeceğini düşünüyorum. Dünyada insanı çepeçevre kucakladığını iddia eden tüm öğretiler hep bu üçlü sacayağını vadederler. Yani kişinin kendisiyle, çevresiyle ve yaratıcısıyla barışını sağlamak. Kişilerin bu konuda kendi içinde çelişmeyen bir yaklaşımı ve reçetesi olduğunu kabul edecek olursak ki bunun yolu aklıselimden geçer, savaş ilan etmenin tek makul gerekçesi olarak bu üçlü barışı bozma teşebbüslerini bertaraf etmek kalır.
Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Ben çevirmenlerin özel donanımlı insanlar olduklarını düşünüyorum. Amaçları bir fikri eksiksiz anlayıp başka bir mecrada bozulmaya uğramadan aktarmak olan insanlar. Bu konudaki çevirmen hassasiyeti birçok katmana sahiptir. Öncelikle fikir düzeyinde bir denklik, sonra sunum düzeyinde bir denklik, ardından da estetik düzeyinde bir denklik gerekir ilk ve son eser arasında. Dolayısıyla çevirmenin bu üç ana katmanda eseri tartabilecek ve ağırlığını yeni dile yansıtabilecek akıl, dil ve estetik yeterliliğini taşıması gerekir. Bitmiş eser de bir eserdir ve çevirmenin her katmanda katkıları vardır. Bir cerrahın dokuları katman katman açıp, sonra katman katman kapatması gibi bir emek vardır ortada. Bu nedenle çeviri bir eseri salt yazarının adıyla anmak büyük bir eksikliktir. Düzeyli okuyucu daima çevirmeni de dikkate alır. Yazar kadar çevirmeni de tanımaya, düşünce ve duygu kodlarını çözmeye çalışır.
Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek iletmekten memnuniyet duyarız.
Albaraka Kültür Yayınları, köklü bir okul olma yolunda ilerliyor. Bastığı kitaplar kapak tasarımlarından başlıklarına, çeşitliliklerinden içeriklerine kadar çok iştah açıcı ve merak uyandırıcı. Eriştiği fikir ufku da genç yaşından beklenmeyecek bir zenginlikte. Ben de bu yayınevi ile çalışmaktan ve çalışmaya devam edecek olmaktan dolayı çok mutluyum, hatta heyecanlıyım. Eminim, fikir ve kültür dünyamıza çok renkli sayfalar katacak ve bu yönde hizmetlerini hızlandırarak ve renklendirerek sürdürecektir. Albaraka okuyucusunu bu zengin yayın yelpazesini yakından incelemeye ve mümkün olduğu kadar ondan istifade etmeye davet ediyorum. İnsan ne kadar çok kaynaktan beslenirse o kadar zengin ve derin bir fikir dünyasına sahip olur. Bu bağlamda ezber bozduracak farklı yaklaşımlar, biraz zihin konforunu bozacak da olsa değerlendirilmelidir. Bir de genel olarak Türk okuyucusundan ricam, çeviri eserleri ve onları basan yayınevlerini değerlendirirken, onların eserlerdeki mesajı bozulmaya uğramadan aktarma gibi bir sorumlulukları olduğunu, elçiye zeval olmayacağını, zaman zaman katılmadıkları fikirleri de fikrin asıl sahibini ve yaklaşımını okuyucuya doğru aktarmak için olduğu gibi yazmak durumunda olduklarını unutmamalarıdır. Bu konuda yersiz, zamansız ve odağı doğru seçilmemiş kimi tepkiler alabiliyoruz. Bu söyleşiyle kendimi ve çalışmalarımı anlatma fırsatı verdiğiniz için müteşekkirim.
Röportaj: Deniz Demirdağ Temel
Etiketler: röportaj
Mayıs 28, 2024
Listeye dön