Salim Korkmaz ile İslamda Çocukluğun Tarihi

Salim Korkmaz ile İslamda Çocukluğun Tarihi

Salim Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yaşam yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?

1984 yılında Adana’da dünyaya geldim. Üniversiteye kadar eğitimimi Adana’da sürdürdüm. Lisans eğitimimi ise Hacettepe Üniversitesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladım. Mezuniyetimin ardından Türkiye Hentbol Federasyonu’nda tercüman olarak göreve başladım. İlk kitap çevirimi bu dönemde yaptım. Eşzamanlı olarak yine Hacettepe Üniversitesi’nde İngilizce Mütercim ve Tercümanlık Yüksek Lisans Programına başladım. Akademik dünyayla olan bu temasım vesilesiyle daha sonra Kapadokya Üniversitesine dönüşecek olan Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nda İngilizce Uygulamalı Çevirmenlik bölümünde öğretim görevlisi olarak görev yaptım. Son olarak, 10 yıla yakın bir süre boyunca İstanbul’da uluslararası bir sivil toplum kuruluşunda yönetici olarak çalıştım.  İş hayatım boyunca çeviriyle bağımı hiç koparmadım, çoğunluğu sosyoloji ve tarih alanlarında olmak üzere pek çok Türkçe ve İngilizce eserin çevirisini yaptım.

 

Yazarın İslam’da Çocukluğun Tarihi kitabını kaleme almasındaki amaç nedir? Hangi ihtiyaca binaen hazırlanmış bir eser?

Yazar, bu kitabı yazmasının gerekçesini Batı’daki örneklerin aksine İslam dünyasında çocukluğa dair çok az akademik çalışma yapılmış olmasıyla açıklıyor. Nitekim kitap, yazarın doktora tezi üzerine inşa edilmiş. Esasen kitapta analizi yapılan metinlerin ilk kez gün yüzüne çıkarılan metinler olduğunu söyleyemeyiz; aksine yazar, yüzyıllardır çeşitli arşivlerden ve kütüphanelerden ulaşılabilen hatta bazılarımızın evlerindeki kitaplıklarda dahi bulunan klasik eserleri yeni bir perspektifle ele alıyor. Daha önce çocukluk tarihi bağlamında değerlendirilmemiş olan daha çok geleneksel İslami ilimlerin alanına girdiği düşünülen olayları ve konuları, dışarıdan bakan bir gözlemci olarak akademik bir çerçeveye oturtmayı amaçlıyor. Bunu yaparak bir anlamda gelecekteki muhtemel karşılaştırmalı analizler için de bir kapı aralıyor ve araştırmacılar için yol gösteriyor.

 

Bir toplumdaki çocuk yetiştirme yöntemleri ile o toplumun genel özellikleri arasındaki ilişkiyi İslam’da Çocukluğun Tarihi kitabı çerçevesinde değerlendirmenizi istesek… Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle bu ilişkinin iki taraflı olduğunu söylememiz gerekiyor. Bir toplum, çocuklarını yetiştirirken onlara kendi değer yargılarını, hâkim dünya görüşünü ve davranış kalıplarını aktarmayı hedefler. Bunu yaparken neyi ne kadar başardığı ya da başaramadığı, o toplumun geleceğini şekillendirir; toplum da bu döngüsel faaliyet sonucunda gelişerek ve dönüşerek varlığını devam ettirir. Kitapta da İslam medeniyetinin tarihsel gelişimi ile çocuk yetiştirme yöntemleri arasında doğal bir bağ olduğu ortaya konuluyor, İslam coğrafyasının farklı bölgelerinin farklı gelişmişlik düzeyleriyle bu bölgelerdeki farklı çocuk yetiştirme pratikleri arasında bir ilişki kurulabileceği gösteriliyor. Örneğin, İbn Haldûn’un Endülüs Müslümanlarının ifade güçlerinin göreceli olarak İslam coğrafyasının diğer bölgelerinden daha gelişmiş olmasını, çocukların aldığı eğitimdeki niteliksel farklılıklara dayandırdığı aktarılıyor. Günümüzde çocuk yetiştirme biçimlerinin toplumsal yapı üzerindeki etkisine dair devasa boyuttaki akademik külliyatın mevcut olsa da bu ilişkinin İslam toplumlarında çok erken dönemlerde tespit edilmiş olmasını kayda değer buluyorum.

 

Çocuklara yönelik baskı ve fiziksel ceza içeren eğitim yöntemlerinin onların gelecekteki kişilikleri ve bu durumun toplumun yapısı üzerindeki etkileri göz önüne alındığında İslam’da Çocukluğun Tarihi bu anlamda nasıl değerlendirirsiniz?

Eserin çevirisini yaparken en çok ilgimi çeken kısımlardan birisi de bu husus oldu. Günümüzde genellikle aile yapıları ve aile içi ilişkiler üzerinden okuma eğiliminde olduğumuz çocuğa yönelik baskı ve şiddet bir eğitim sisteminin ana unsurları hâline geldiğinde ve bunların aşırıya kaçan tezahürleri söz konusu olduğunda, bütün bir toplumu ürkek, çekingen, tembel ve hileci bireylerden müteşekkil bir kitle hâline getirmiş oluyorsunuz. 

İslam medeniyetinde tarihsel olarak şiddetin bütünüyle reddedilmediğine ve yer yer bir terbiye mekanizması olarak kullanıldığına şahit olsak da bu medeniyete yön veren kanaat önderlerinin çocuk eğitiminde şiddetin mahzurlarına dair sık sık uyarıda bulunduğunu ve hatta bizzat devlet tarafından öğretmenlerin aşırı davranışlarının engellenmeye çalışıldığını ve bazı öğretmenlerin bu yüzden cezalandırıldığını görüyoruz. İslam medeniyetinin henüz ilk çağlarında şiddet ile bireysel ve toplumsal yozlaşma arasındaki ilişkinin tesis edilerek şiddetin engellenmesine yönelik önlemlerin bizzat devlet otoritesi tarafından alınmaya çalışılması, dönemin devlet, medeniyet ve toplum tasavvuru açısından önemli bir gösterge olarak kabul edilebilir. 

 

Bir yandan İslam’da çocukluğun tarihi için mevcut miktardaki kaynaklar diğer yandan ilgili araştırmaların yetersizliği göz önüne alındığında İslam’da Çocukluğun Tarihi nasıl bir yöntem ve yol izlenerek oluşturulmuş ve bu hangi eksik parçayı tamamlamıştır değerlendirebilir misiniz? 

Gerçekten de İslami literatürde çocukluğa, çocuk eğitimine, çocuk ölümlerine, çocukların ahiretteki konumlarına dair çok sayıda ve çeşitlilikte kaynak olduğunu tespit etmemiz gerekir. Yalnızca İmam Gazâlî’nin meşhur eseri İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn dahi başlı başına bu perspektiften yapılacak bir analizin konusu olabilecek ölçekte bir içeriğe sahip ki yazar da bu kaynaktan bolca yararlanmış. Bu tür temel eserlerin yanı sıra İslam tarihi boyunca çocukluğa ve çocuklara dair sayısız risale ve makale yazıldığını da görüyoruz. Bu noktada, İslam’da Çocukluğu Tarihi’ni önemli ve değerli kılan, yazarın bu geniş külliyat içerisinde kapsamlı bir tarama yaparak dağınık hâlde bulunan kayıtları belirli bir sistematik dahilinde bir araya getirerek, odağına çocukluğu alan bir çalışmayı ortaya koymuş olması. Kitap konuyu bütün yönleriyle ele alma iddiasında değil ancak bu sistematik tarama ve analiz faaliyeti neticesinde müstakbel araştırmacıların işini önemli ölçüde kolaylaştıracak bir nevi kılavuz eser niteliğinde.

 

Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? İslam’da Çocukluğun Tarihi kitabının çeviri sürecini bu anlamda değerlendirebilir misiniz?

Çeviriyi aslında iki dil arasındaki nüans aktarımı olarak görebiliriz. Bildiğimiz anlamdaki geleneksel çeviriyle günümüzde yapay zekâ desteğiyle yapılan ve çeviri literatüründe “makine çevirisi” olarak adlandırdığımız çeviri arasındaki temel farkın da bu olduğunu düşünüyorum. Zira, çeviri sadece içerik aktarımından ibaret olsaydı, bunun için insan faktörüne dahi ihtiyacımız kalmayabilirdi, teknolojideki gelişmeleri düşündüğümüzde.  Bugün hâlâ kitap gibi nitelikli metinlerin çevirisini bilgisayarlara emanet edemiyor oluşumuz da insana özgü bu nüans algılama ve aktarma becerisini henüz yapay olarak geliştirememiş olmamızdan kaynaklanıyor. Çeviri oldukça karmaşık bir süreç ve bunu belirli bir mekaniğe indirgemek, en azından edebî eserler için mümkün görünmüyor.

İslam’da Çocukluğun Tarihi gibi bir kitabı çevirirken, aktarmanız gereken nüansların sayısı ve önemi de artıyor. İçeriğinde dinî unsurlar barındıran her kitapta olduğu gibi bu kitapta da çeviri sonrasında ek kontrol aşamalarına ihtiyaç duyduğumu söyleyebilirim. Bu tür eserleri çevirirken sadece çeviri yapmıyor, çevirdiğiniz metnin bir öğrencisi hâline de geliyorsunuz. Bazen çeviriye ayırdığınız süre kadar yan okumalara vakit ayırmak durumunda kalıyorsunuz. Yazarın aktarmayı amaçladığı anlamı hedef dile aynı etkiyle aktarmak için bu arka plan çalışmalarının elzem olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çevirdiğiniz metnin gelecekte benzer çalışmalar için de referans alınma potansiyeli üzerinize ek bir mesuliyet yüklüyor, dolayısıyla da çevirisini yaptığınız eserin ait olduğu alanda zihninizi olabildiğince beslemeniz gerekiyor. Ben de olabildiğince bunu yapmaya çalıştım.

 

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek iletmekten memnuniyet duyarız.

Öneriden ziyade, özellikle çeviri eser okuyucularından bir ricada bulunmak isterim. Dil, malum, yaşayan bir varlık. Çevirmenler olarak bizler de iki yaşayan ve daima dönüşüm hâlinde olan iki varlık arasındaki dinamik ilişkinin mümkün olduğu kadar sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ancak bizler de bu dönüşümün hızına her zaman yetişemeyebiliyoruz. Her ne kadar bundan kaçınmaya çalışsak da bazen anlamdan feragat etmemek için hedef dilin yapısal sınırlarını zorlamak zorunda kalıyoruz. Bu noktada okuyuculardan, ellerindeki eserin çeviri sürecinin kendine has kısıtlarına tabi olduğunu her zaman zihinlerinin bir köşesinde tutmalarını rica ediyorum. 

 

Teşekkürler.

 

      Röportaj: Deniz Demirdağ Temel

Etiketler: tanıtım röportaj
Şubat 29, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR