Feyza Doğan ile Ruh Sağlığı Irk ve Kültür
Feyza Hanım, merhabalar. Öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için kişisel serencamınızdan biraz bahseder misiniz?
1994 yılında Bursa’da doğdum. Şu anda Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Erken Çocukluk Eğitimi programında doktora eğitimime devam ediyorum. Çocukluğum, yazları güneşin altında ve ağaç tepelerinde, kışları yanan sobanın yanında kitap okuyarak geçti. Düzen ve nizama olan temayülüm dünyayı seksen günde gezen adamdan, kitaplara olan düşkünlüğüm Matilda’dan, dünya coğrafyalarına duyduğum muhabbet Ganga’dan geliyor. Yazmaya ve okumaya duyduğum bu çocuksu muhabbetin derinliğini, başka diller öğrenme sürecimde muhtelif dillerin edebiyatlarına ve kültürlerine duyduğum ilgiyle daha da iyi fark ettim.
Albaraka Yayınları bundan üç sene kadar önce bir eserin çeviri editörlüğünü yapmam konusunda benimle iletişime geçmişti. Bu sırada aynı zamanda Birleşik Krallık’ta ilkokul kademesinde öğretim elemanı olarak çalışıyordum ve bunun yanında lisansüstü çalışmalarımı yürütüyordum. Okulda gün boyu çocuklarla ve çalışma arkadaşlarımla kurduğum diyaloglar, onların dili kullanma biçimleri, gündelik dilde yer alan kültürel ifadelerle kültürün dile yansıma şekli ve akademik metinlerde gördüğüm kompozisyonlar bana hem sözlü hem de yazılı anlatım açısından dille kültür arasındaki ilişkiyi ve dilin gerçekten yaşayan bir varlık olduğunu bizzat gösterdi. Tam da böyle bir dönemde çeviri editörlüğü yaparken çeviri yapmanın çok müstesna bir uğraş olduğunu fark ettim. Çeviri süreçlerinde yazarın ifade etmek istediği örtülü anlamları ve imaları sezmenin çok keyifli ve bence sanatsal bir yanı var. Denk geldiğim ve anadilde canlandırmaya çalıştığım her bir deyim ya da söz sanatı, musiki diye kulağıma çalınan nice notaya eş değerdi. Dolayısıyla Albaraka Yayınları Ruh Sağlığı, Irk ve Kültür kitabının çevirisini yapmam konusunda teklifte bulununca memnuniyetle kabul ettim.
Albaraka Yayınlarından yayımlanan Ruh Sağlığı, Irk ve Kültür okurlarına ne vadediyor? Okuruna böyle bir kitabın okumasını yaparken tavsiye ve önerileriniz nelerdir?
Bu kitap aslında 1991 yılında yazılmış, biz yenilenerek 2010 yılında yapılmış üçüncü baskının çevirisini yaptık. Dolayısıyla burada okurlara söylemek istediğim ilk husus şu an birçok bilim dalının literatürüne girmiş decolonisationkavramıyla ilgili. Yazar ilk etapta okurlara kitapta bir Batı eleştirisi yapıyor gibi görünebilir ama durum öyle değil. Aslında yazar burada bu bahsettiğim kavram doğrultusundan bir eser ortaya koyuyor. Bu kavramın oldukça yeni olduğunu göz önünde bulundurursak yazarın bu kitabı yazarken yapmaya çalıştığı şeyin ya 1991 yılında henüz adı decolonisation olarak koyulmamıştı ya da 2010 yılında revize ederken sık kullanılmıyordu diyebiliriz.
Kavrama gelecek olursak bu kavramın iki yönü olduğunu söyleyebilirim. İlk yönü, Batı güdümlü gelişen disiplinlerin Batılı olmayan ülkelerde yerleşik kabullere dönüşmesini eleştirir. İkinci yönüyse sorgulanmayan genel kabullerin zihinleri ve disiplinleri kolonize ettiği iddiasıyla kolonize edilmiş düşünceleri yapı sökümüne uğratmaya girişir. Yazar bu kitapta ilk olarak Batı güdümlü gelişen psikoloji disiplini ile psikiyatrinin Batılı olmayan ülkelerde gördüğü aşırı rağbeti ve her meseleyi o disiplinlerle açıklama gayretini eleştiriyor. İkinci olarak da bu disiplinlerin toplumların etnik ve kültürel özelliklerinden beri bir biçimde geliştiği iddiasıyla psikiyatri pratiğinde kültürü görmezden gelmenin hatalara yol açtığını, ırkı görmezden gelmeninse özünde ırkçılıkla sonuçlandığını, her geçen gün daha fazla sayıda toplum çok kültürlü hâle gelirken psikiyatrinin bu ırksal ve kültürel farklılıklara nasıl cevap veremediğini gösteriyor. Dolayısıyla okurlar bu perspektiften yola çıkarak kitabın okumasını yaparsa daha açıklayıcı ve anlaşılır bir okuma deneyimi yaşamış olurlar diyebilirim.
Yazarın Ruh Sağlığı, Irk ve Kültür’ü kaleme almasındaki amaç nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?
Yazar Cambridge Üniversitesindeki psikiyatri eğitimini tamamladıktan sonra üniversitede ders vermesinin yanı sıra İngiliz sağlık sisteminde psikiyatrist olarak uzun yıllar görev yapıyor ve oradan emekli oluyor. Kendisi aynı zamanda Sri Lankalı ve Uzak Doğu kültürüne ait iyileştirme pratiklerinden haberdar biri. Anladığım kadarıyla yazarın akademik zeminde yaptığı disiplin temelli okumaların yanı sıra taşıdığı etnik kimlik, İngiliz sağlık sisteminde uygulanan psikiyatri pratiklerini sorgulamaya yöneltti. Bence bu eser bunun ürünü. Kendisi de kitapta hem kişisel hem de akademik ve mesleki deneyimlerinden yararlanarak bu eseri ortaya koyduğunu belirtiyor.
Ruh sağlığımızı ırk ve kültür çerçevesinde değerlendirmenin önemi nedir?
Sanırım öncelikle her kültürün kendine özgü bir ruh sağlığı algısı olduğunu içtenlikle kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin, bir kültürde normal olarak kabul edilen belirli duygusal tepkiler, davranışlar veya semptomlar başka bir kültürde farklı şekillerde yorumlanabiliyor. Mesela bazı kültürlerde ruh sağlığı sorunları fiziksel semptomlarla ifade edilirken diğer kültürlerde daha çok duygusal semptomlarla belirtilebiliyor. Dolayısıyla ruh sağlığını sadece tıbbi bir perspektifle ele almak, bireyin kültürel ve ırksal bağlamını göz ardı ederek yapılacak doğru tanı ve tedavinin önüne geçebilir, bu da doğal olarak kişinin iyileşme sürecini olumsuz etkileyebilir. Yazar kitapta bu faktörlerin görmezden gelinmesini renk körü ve kültür körü uygulamalar olarak ifade ediyor. Bu yüzden ruh sağlığı hizmetleri sunan profesyonellerin ruh sağlığını değerlendirirken bu farklılıkları anlaması, kültürel bağlamı dikkate alması ve tabii ki saygı göstermesi oldukça önemli diyebiliriz.
Farklı coğrafyaların ruh sağlığı pratikleri üzerindeki etkilerinden bahsedebilir miyiz?
Elbette, hâlihazırda coğrafya insan hayatında birçok faktörü bir araya getiren en önemli belirleyicilerden biri bence. Coğrafi olarak farklı bölgelerdeki kültürel ve dinî inançların ruh sağlığına yönelik yaklaşımları ya da bir toplumun ruh sağlığıyla ilgili norm ve değerlerinin bireylerin ruh sağlığına olan bakış açılarını etkilediğini inkâr edemeyiz. Bunun birçok örneği kitapta da sunuluyor. Yazar, Uzak Doğu’da ve dünyanın bambaşka coğrafyalarında bir zamanlar uygulanmış ya da hâlâ uygulanmakta olan birçok ruh sağlığı pratiğini kaynaklarıyla gösteriyor. Hepsi çok özel ve ilgi çekici.
Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Bence değildir. Öte yandan bu elbette çeviri yaptığınız metin türüne göre de değişkenlik gösterir. Akşit Göktürk’ün fish and chips örneğini bilirsiniz. Bir yemek kitabı çeviriyorsanız bu ifadeyi “bulamaçlı kızarmış balık ve patates kızartması” şeklinde çevirmeniz gerekir fakat bu ifade bir romanda geçiyorsa bunu köfte-patates gibi bir çeviriyle yerelleştirmeniz yani kültüre uyarlayarak çevirmeniz daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Diğer yandan, dili kültürden ayıramadığımız için kimi kültürel ifadelerin bazen hedef dilde karşılığı olmayabilir, hâliyle bu durumda literal olarak aktarım imkânı bile söz konusu olmaz ve bunları hedef dilde canlandırma görevi bir anda size düşüverir. Hedef dilin, kaynak dili ifade gücü de önemli bir etken bence. Burada tabii iş çevirmene, çevirmenin hedef dili kullanabilme yetkinliğine kalıyor. Düzgün çevirinin düzgün bir Türkçeden geçtiğini düşünüyorum. Aksi takdirde anlıyorsunuz ama çeviremiyorsunuz ya da çevirseniz de ortaya çıkan metin okur için anlaşılır bir metin olmuyor.
Son olarak okurlarımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek iletmekten memnuniyet duyarız.
Son olarak şunları söyleyebilirim. Ruh sağlığı hakkında bilgi edinirken ve bu konuda düşünürken farklı coğrafyalardaki ruh sağlığı pratiklerini ve yaklaşımlarını incelemek, bu alanda daha derin bir anlayış geliştirmemize, kültürler arası anlayışımızı artırmamıza ve ön yargıları azaltmamıza yardımcı olabilir. Bu kitap, sadece ruh sağlığı, ırk ve kültür üzerine düşünmemize fırsat sunmakla kalmayacak, aynı zamanda farklı coğrafyalardaki ruh sağlığı uygulamalarına dair daha geniş bir perspektif kazanmamıza da yardımcı olacaktır. Unutmayalım ki ruh sağlığı herkes için önemlidir ve herkes için erişilebilir olmalıdır. Her birimizin farklı arka planlara, inançlara ve yaşantılara sahip olduğunu unutmadan, birbirimizin farklılıklarını anlamaya ve değer vermeye devam edelim. Bu kitap da bu anlamda bize önemli bir bakış açısı sunuyor. Umarım herkes için ruh sağlığı konusunda daha derin bir anlayış ve farkındalık geliştirmeye yardımcı olur. Keyifli okumalar dilerim.
Röportaj: Deniz Demirdağ Temel
Etiketler: röportaj
Mart 22, 2024
Listeye dön