Stefan Zweig, güçlü bir anlatım tarzına sahipti ve eserlerinde insan psikolojisini derinlemesine ele aldı. Döneminin büyük yazarları arasında yer alan Zweig, Avrupa edebiyatının önemli figürleriyle de yakın ilişkiler kurdu. Özellikle Fransız şair ve yazar Paul Verlaine’in eserlerini çevirdi ve Fransız edebiyatından etkilendi. Çevirmenlik kariyeri, onun Avrupa’nın çeşitli kültürlerini daha iyi anlamasını sağladı.
Zweig her zaman titizlikle çalıştı. Yazdığı her cümlede derin bir düşünce ve sanatsal özen vardı. Onun için sanat, ulusların ve sınırların ötesinde bir birleşme noktasıydı. Kendini bir dünya vatandaşı olarak görüyordu ve Avrupa’nın ortak bir kültürel mirasa sahip olduğuna inanıyordu.
1914’te I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Zweig, Avusturya ordusunda arşiv memuru olarak görevlendirildi. Ancak fiziksel muayene sonrası cepheye gönderilmedi. Bu dönemde, savaşın yıkıcılığına ve milliyetçi tutkulara karşı giderek daha fazla tepki duymaya başladı. Savaşın anlamsızlığını ve barışın önemini savunan Romain Rolland gibi isimlerle dostluk kurdu. 1917’de askerden muaf tutuldu ve tarafsız ülke olan İsviçre’ye taşınarak Zürich’te gazetecilik yaptı.
Savaşın bitimiyle birlikte Avusturya’ya döndü ve 1920’de ilk eşi Friederike von Winternitz ile evlendi. Bu evlilik, Zweig’in özel hayatında istikrarlı bir dönem başlatsa da, onun yazarlık kariyerinde her zaman eserlerine odaklanmasına engel olmadı.
1920’ler ve 1930’lar, Zweig’in en verimli olduğu yıllardı. Amok Koşucusu, Satranç, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu gibi eserleri büyük ilgi gördü. 1927’de yayımladığı Yıldızın Parladığı Anlar, dünya tarihinin dönüm noktalarını ele alan etkileyici bir eserdi.
Stefan Zweig, sadece bir yazar değil aynı zamanda Avrupa’nın ortak kültürel mirasını hatırlatmaya çalışan bir düşünürdü. Avrupa Birliği’nin fikri temelinin Zweig tarafından atıldığını söyleyebiliriz.
Eserleriyle, insan ruhunun derinliklerini keşfetmeye çalışan Zweig’in en bilinen eserlerinden biri olan Satranç, 1942 yılında yayımlandı. Eser, çerçeve anlatım tekniği ile yazılmıştır. Yani ana hikâyenin içinde bir başka hikâye daha anlatılmaktadır. Bu anlatım biçimi, Binbir Gece Masalları’ndan beri kullanılan bir tekniktir. Satranç’ta da gemide geçen bir ana hikâye ve Dr. B’nin geçmişine dair ikinci bir hikâye iç içe işlenmiştir.