Dilara Dal ile Deniz Gücü Devletleri
Dilara Hanım merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yaşam yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum. Adnan Menderes Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamladığım yüksek lisans eğitimimin ardından Birmingham Üniversitesi, Bizans, Osmanlı ve Modern Yunan Çalışmaları Merkezi’nde başladığım doktora eğitimimi “The Modernization of the Ottoman Navy during the Reign of Sultan Abdülaziz (1861-1876)” başlıklı doktora tezimle 2015 yılında tamamladım. 2018 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu tarafından verilen yurt dışı doktora sonrası araştırma bursunu kazanarak King’s College Londra, Savaş Çalışmaları Bölümü’nde Profesör Andrew Lambert danışmanlığında post doktora çalışmalarımı gerçekleştirdim. Hâlâ İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü, Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Uzmanlık alanım olan deniz harp tarihinin yanı sıra denizcilik kültürü ve deniz diplomasisi alanlarında da çalışmalarım bulunmaktadır.
Deniz Gücü Devletleri Albaraka Yayınları’ndan yayımlandı. Bu kitap okurlarına ne vadediyor? Okurlara böyle bir kitabın okumasını yaparken tavsiye ve önerileriniz nelerdir?
Deniz Gücü Devletleri, kendilerinden önce kurulan denizci devletlerin entelektüel birikimlerinden yararlanarak denize odaklı kültürel kimlikler inşa eden ve bu sayede büyük güç statüsüne erişen beş büyük deniz gücü devletine odaklanmaktadır. Eser, karadaki emsallerine nazaran sınırlı ekonomik kaynaklara ve insan gücüne sahip küçük deniz devletleri görünümündeki Atina, Kartaca, Venedik, Hollanda Cumhuriyeti ve Britanya’nın ticareti, bilgiyi ve eşitlikçi siyaseti kullanarak denizlere hükmeden büyük imparatorluklara dönüşümü üzerine yeni bir anlayış sunmaktadır.
Okuyucuyu Salamis’ten Kuzey Afrika ve Adriyatik’e, Cebelitarık’tan Güney Çin Denizi’ne kadar kara ve deniz arasındaki varoluşsal mücadeleye odaklayan Lambert, deniz gücü devletlerinin kıtasal rakiplerinin ezici güçleri karşısında marjinal alanı temsil eden denize yönelerek “farklı” olmayı bilinçli olarak seçtiklerini vurgulamıştır. Zira diplomasi, sanat ve mimari ile yansıttıkları “deniz gücü kimlikleri”, bu devletlerin Antik Mezopotamya Krallıkları, Pers İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, Rusya ve Almanya gibi kıtasal hegemonlar karşısında ayakta kalmalarını sağlayan temel unsur olmuştur. Bu uluslar, kimliklerinin denizcilik boyutunu göz ardı ettiklerinde ise çöküş gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalmışlardır.
Modern dünyayı tanımlayan küresel ekonomi ve liberal değerler, bu devletlerin inşa ettikleri deniz gücü kimlikleri ile şekillenmiştir. Kıtasal rakipleri karşısındaki göreceli zayıflıkları göz önüne alındığında, büyüklükleriyle orantısız böylesi bir başarıyı nasıl elde ettiklerini ve nihai çöküşlerinin ardında nelerin yattığını anlamak okuyuculara dünya tarihine ilişkin daha derin bir kavrayış geliştirebilme imkânı sunmaktadır. Deniz gücü devletlerinin kıtasal rakiplerine karşı oluşturduğu varoluşsal tehdidin ticaret filolarıyla tüm dünyaya yayılan ekonomik güç ve eşitlikçi siyasete dair fikir ve deneyimlerden kaynaklandığının göz önünde tutulması, deniz gücünü bir kültür olarak anlama kabiliyetimizi geliştirecektir.
Yazarın Deniz Gücü Devletleri’ni kaleme almasındaki amaç nedir? Bu konuda siz bize neler söylemek istersiniz?
Birleşik Devletler donanmasından Albay Alfred Thayer Mahan, 19. yüzyılın sonlarında geliştirdiği tez çerçevesinde deniz gücü kavramının kültürel boyutunu sınırlandırılarak, deniz gücünü donanma inşa etmek için yeterli kaynaklara sahip olan herhangi bir devlet tarafından kullanılabilecek stratejik bir seçeneğe indirgemişti. Lambert ise bu eserle “deniz gücü devleti” olgusunun güçlü bir donanmaya sahip olmaktan ziyade kültürel bir deniz kimliği yaratma kabiliyeti ile ilgili olduğunu ortaya koymayı amaçlamıştır. Nitekim Mahan’ın ABD Hükümeti’ni büyük bir muharebe filosu inşa etmeye ikna etmek için ortaya koyduğu çalışmalar, ABD’nin mevcut durumunu korumak ve kıtasal mülklerinin güvenliği sağlamak gibi bir amaca hizmet edecekti. Çağının en büyük donanmasına sahip olan Pers İmparatorluğu da tıpkı ABD gibi asla bir deniz gücü olmamıştı zira Pers imparatorlarının amacı Poseidon olmak değil Poseidon’a boyun eğdirmekti.
Kıtasal hegemonik güçlerin denizcilik vizyonlarındaki bu stratejik boyut, kara ve deniz güçleri arasında dünya tarihinin her döneminde izlenebilecek varoluşsal mücadelenin de en mühim unsurlarından birini oluşturmuştu. Lambert’in amacı da deniz gücü devletlerini tanımlayan siyasal kapsayıcılık ve deniz ticareti gibi benzersiz seçimleri vurgulamak ve deniz yoluyla yayılan eşitlikçi demokrasinin, katı otokratik sistemlere sahip olan kıtasal güçler üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyi analiz etmektir. Bu sayede bu mücadelenin, donanmalar arasında gerçekleşen muharebelerin ötesinde deniz gücü devletlerini yaratan liberal, ilerici ve kapsayıcı fikirlerin şekillendirdiği ve modern dünyanın inşasında büyük rolü olan kültürel çatışmaları ifade ettiği anlaşılacaktır.
Deniz gücü devleti kavramı neyi ifade eder, bu kavramın kullanımı nasıl bir ihtiyaç sonucu çıkmıştır?
Bu eserin temel argümanı “deniz gücü devleti” kavramının, güçlü bir donanmaya sahip olan her devleti ifade edemeyeceğini vurgulamaktır. Zira denizi stratejik boyutta değerlendiren ve bu amaçla büyük donanmalar vücuda getiren devletler, daima kıtasal hedefleri çerçevesinde hareket etmiştir. Karasal emsalleri karşısında toprak, insan gücü ve kaynaklar açısından dezavantajlı konumda olan devletler ise ilk etapta ayakta kalmak ve sonrasında dünya siyasetine yön veren büyük birer güç hâline gelmek için bilinçli bir biçimde “deniz gücü” kimlikleri yaratmışlardır.
Deniz gücü ile bahri bir güç stratejisi olarak donanma gücü arasındaki fark nedir?
Donanma gücü, büyük bir donanma inşa etmek için yeterli kaynaklara ve insan gücüne sahip olan devletlerin denizlerde elde ettikleri stratejik avantajı vurgulamaktadır. Çoğunlukla evrensel monarşiyi hedefleyen, ordunun gücün yansıtılması için temel stratejik araç olarak görüldüğü, tarıma dayalı ekonomik çıkarların hâkim olduğu kıtasal devletler tarafından benimsenen bahri bir güç stratejisidir. Deniz gücü ise küçük ve orta ölçekli güçlerin, bilinçli olarak inşa ettikleri kültürel bir kimliği ifade etmektedir. Denizin stratejik ve ekonomik avantajlarını kullanmayı esas alan bu kimlik, ordudan ziyade donanmaya odaklanmayı, deniz ticaretini ekonominin temeli hâline getirmeyi, büyük savaş ve ticaret filolarını finanse edecek kaynakları yaratabilmek adına tüccarları ve finansörleri de içine alan oligarşik/cumhuriyetçi siyasi modellerin geliştirilmesini zaruri kılmıştır. Bu durum eserde deniz gücü devleti olarak tanımlanan Atina, Kartaca, Venedik, Hollanda Cumhuriyeti ve Britanya’nın Rusya gibi karasal devletlerden, Antik Rodos ve Erken Modern Dönemde Cenova gibi daha küçük deniz devletlerinden ve İspanya ve Portekiz gibi kıtasal güçlerin deniz imparatorluklarından neden farklı olduklarını da açıklamaktadır.
Deniz kontrolünün hem ekonomik hem de stratejik avantajları nelerdi?
Deniz kontrolü, denizlerdeki egemenliği tesis ve muhafaza etmek için deniz gücünün yansıtılmasını ifade etmektedir. İngiltere ile Hollanda Cumhuriyeti arasındaki muharebelerde de net bir biçimde takip edebileceğimiz gibi düşmanın faaliyetlerine engel olmak ve ticaretini yok etmek için denizde mutlak bir kontrolün sağlanması ve bu amaçla deniz kontrolü muharebe filolarının görevlendirilmesi esas alınmıştır. Deniz ticaretinin rakip güçlere ve korsanlara karşı güvence altına alınması, kilit deniz üsleri ve ticaret noktaları ele geçirilmesi, deniz gücü devletlerini tanımlayan açık, dinamik ve kapsayıcı unsurlara karşı hareket eden hegemonik güçlere karşı denizlerin emniyetinin sağlanması, denizlerin mutlak kontrolü ile doğrudan bağlantılıdır. Bilhassa küresel ekonomiye hâkim olmak adına devletler arasında gerçekleşen çıkar çatışmaları, deniz kontrol filolarının kurulmasını zaruri kılmıştır.
Deniz gücü kültür ve kimliğinin doğası ile bunun getirdiği sonuçları Deniz Gücü Devletleri kitabı çerçevesinde değerlendirmenizi istesek.
Deniz gücü kavramı, toprağı, tarımı ve orduları; deniz, ticaret ve donanmalardan daha üstün olarak değerlendiren; monarşik sistemlerinde denizi yozlaştırıcı ve düzeni bozucu düşüncelerin taşıyıcısı, âdeta kötülüğün yayıldığı kaynak olarak nitelendiren karasal kimliklere karşı küçük ölçekli ve görece zayıf devletlerin bilinçli olarak geliştirdikleri kültürel bir kimliği ifade etmektedir. Bu kimliği benimseyen devletleri büyük güç statüsüne taşıyan deniz ticareti, kapsayıcı siyaset ve güçlü donanmalar gibi unsurların yitirilmesi deniz gücü devletlerinin sonunu getirmiş olsa da bu kimlik çerçevesinde geliştirdikleri dinamik, açık ve kapsayıcı fikirler, modern dünyayı şekillendiren demokratik düşünce ve küresel ekonominin de temelini oluşturmuştur.
Peki, çeviri çalışması tümüyle bir düşünce ya da yazı içeriğinin literal olarak aktarılması mıdır? Bu konudaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Tercüme sürecinde bu büyük eseri okuyucuya en doğru şekilde aktarmak temel hedefimdi. Hocam Andrew Lambert ve Albaraka Yayınları yayın ekibinin de desteği ile bunu büyük ölçüde başardığıma inanıyorum. Bu anlamda bilhassa özel bir terminolojiyi haiz olan deniz harp tarihi alanındaki uzmanlığımdan geniş ölçüde istifade ettiğimi belirtmek isterim.
Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesaj ya da öneri varsa vermek iletmekten memnuniyet duyarız.
Günümüz dünyasına, deniz iletişiminin dünya siyasetine nasıl yön verdiğine, deniz yetki alanlarının belirlenmesi, enerji kaynaklarının paylaşılması ve deniz alanının kıtasallaştırılması gibi güncel sorunlara ilişkin daha doğru bir analiz geliştirmek adına deniz gücü devletlerinin modern dünyanın inşasında oynadıkları başat rolü kavramamız son derece mühimdir. Bu bağlamda bu büyük eseri, denizcilik tarihi literatürümüze kazandırdığım için çok mutluyum. Okuyucularımıza deniz gücü devletlerinin sıra dışı dünyalarını keşfederken keyifli okumalar diliyorum.
Röportaj: Deniz Demirdağ Temel
Etiketler: röportaj
Haziran 06, 2024
Listeye dön