“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 8. Ders Notları

“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 8. Ders Notları

“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 8. Ders Notları

A. Ali Ural, “A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 8. dersinde dünya edebiyatının usta yazarlarından Dostoyevski’nin çığır açan eseri Suç ve Ceza üzerine bir yolculuk gerçekleştirdi.

A. Ali Ural’dan Fyodor Dostoyevski’nin yaşamı:

A. Ali Ural, “Suç ve Ceza, Dostoyevski’nin büyük yazar olduğunun ilk tescilidir. Yazar, İnsancıklar adlı kitabı ile dikkati üzerine çekmiş, eleştirmenler tarafından takdir görmüş olsa da Suç ve Ceza ile efsaneleşmiştir,” diyor.

Dostoyevski, 1821’de Moskova’da doğdu, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını babasının annesine yaptığı zulümleri görerek yaşadı ve 15 yaşında annesini kaybetti.  Babası zalim, ahlaksız ve işkence etmekten zevk alan bir adamdı. Çalıştırdığı işçiler de onun zulmünden paylarını almışlardı. Nitekim ölümü de o işçilerin elinden olmuştur. Karamazov Kardeşler romanındaki kabusların kötülüklerin, Suç ve Ceza’daki günahkâr karakterlerin arkasında baba portresi vardır.

Annesinin ölümünün ardından askerî mühendislik okuluna kaydolur ve öğrencilik yıllarını okuyarak geçirir Dostoyevski. Alman yazarlardan Hoffman’ın ve Balzac’ın bütün eserlerini okur. Dostoyevski gibi bir devin etkisinde kaldığı en önemli isimdir Balzac. Ona etki eden diğer önemli yazar ise Schiller’dir. “Onu ezberledim, sözlerim Schiller rüyalarım Schiller’dir,” der onun için. İlk edebî çalışması Balzac’ın Eugénie Grandet adlı romanının tercümesidir. Hayatı boyunca yoksulluk ve hastalıkla pençeleşmiştir. Bir de kumar gibi kötü bir alışkanlığı vardır. Hayatı boyunca yoksulluk, sara hastalığı ve kumarbazlık peşini hiç bırakmamıştır. 

25 yaşında İnsancıklar’ı yazdığında, Rus eleştirmen Belinski onu evine çağırmış, tebrik etmiş ve gelecek vaat ettiğini söylemiştir fakat yazarlık öyle bir şeydir ki iyi bir şey yazmış olmanız daha sonra da iyi bir şey yazacağınız anlamına gelmez. Dostoyevski’nin de yazarlık hayatı bütün yazarlar gibi zikzaklarla doludur. 

Politikayla ilgilenmeye başlayınca başına gelmeyen kalmıyor Dostoyevski’nin. İdamın eşiğine kadar gidiyor. Kurşuna dizilmekten son anda kurtulan Dostoyevski, Sibirya’ya sürgün ediliyor. Sibirya bütün zorluklarına rağmen onu yıldıran bir yer değil. Tabiri caizse kılı kıpırdamıyor yaşadıkları karşısında, azılı mahkûmların arasında hayatını devam ettirebiliyor. Suçlu insanların insan taraflarını görüp onları seviyor. Eğer bu sürgün hayatı, hapis hayatı olmasaydı Dostoyevski Suç ve Ceza’yı da Ölü Evinden Anıları da yazamazdı. Fakat böyle ihtiraslı bir yazara yazı yazmayı yasaklamak istiyorlar. Dostoyevski, “Bana yazmayı yasaklarlarsa ölürüm, 15 yıl hapis yatmaya razıyım yeter ki yazayım,” diyor. İşte burada yazmanın sadece yetenekle olmayacağını, her şeyden önce ihtiyaç olduğunu görüyoruz.

Cezaevi günlerinde birlikte yaşadığı insanları gözlemleyen Dostoyevski, Rus halkını yakından tanıma fırsatı elde ediyor. Tıpkı Türk edebiyatındaki Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Sabahattin Ali gibi… Sürgünde, Apollon’a yazdığı mektupta “Cezaevinde çokça kitap okudum elime bol bol kitap geçiyordu. Yazı yazmama izin vermedikleri için fikirlerim kaynama noktasına gelmişti,” diye belirtiyor. 

“Cezaevinden çıktığım zaman fikirlerim hazır olmakla beraber başlayamadım bir türlü yazamıyordum, hayatıma girmekle çok gecikmiş bir durum, bir tesadüf beni kapladı aldı götürdü beni, mutluydum ve yazamıyordum. Sonra acı ve kederi öğrendim yazmaya başladım.” 

Demek ki bize yazdıracak şey acı ve kederdir. Acı ve kederi öğrenmekle başlıyor her şey.

A. Ali Ural, Dostoyevski’nin cezaevinden çıktıktan sonraki değişimini anlatıyor:

Cezaevinde çıktıktan sonra 38 yaşında bambaşka bir adamdır ve bundan sonra yazdığı yazılarda mistik ögeler ve Tanrı inancı ön plana çıkar. İç dünyasında bir derinleşme başlamıştır. Artık karakterlerinde katmanlar vardır. Cezaevine girmeden önceki karakterlerinde sosyal tedirginlikler ve bireysel acılar öne çıkarken İkinci dönem karakterlerinin Tanrı, sonsuzluk ve ölüm gibi konularla yoğrulduğunu görürüz. 

Stefan Zweig’a göre Dostoyevski’nin romanlarında işlediği konular beşe ayrılır: 

  • İnsanın evrendeki yeri.

  • Tanrının varlığı.

  • Ahlakın ya da doğrunun ne olduğu.

  • Huzura ulaşma yolları.

  • Bilinçaltı.

Dostoyevski 30 yıl yazdı, 30 yılda 20 bin sayfa… Hayatını, ülkesini, hayallerini, her şeyini yazdı. O insana yöneldi ve uzun uzun hayatı yazdı. Tabiat, toplumsal olaylar onun için hep dekor oldu. 

Bazı Batılı eleştirmenler der ki: Dostoyevski Avrupa’ya hastalıklı insanlar armağan etti ve ondan sonra Batı edebiyatında bu karakterler görüldü. Her romanda hasta veya psikolojik problemli insanlar görürüz mesela Suç ve Ceza’da bu karakterlerin sayısı altıdır. 

Dostoyevski’nin evrenselleşmesinin sebepleri:

Dostoyevski’nin insanla bütünleşmesi onu evrensel hâle getirmiştir. Onun eserlerinde hayatın ve felsefenin ayak izlerini görürüz. Suç ve Ceza’da ahlak nedir sorunsalına bakarız, Budala adlı romanda ahlaki politikalardan bahseder, Ecinniler’ de ise ahlak, politika ve din arasındaki bağlantılar ele alınır. Karamazov Kardeşler’de dinin temelleri irdelenir.

Suç ve Ceza’da birçok günahkârdan, günahkâr simgelerden bahseder. Kitapta bu günahlardan ve günahkâr simgelerden bir noktada iyi bahsedilir. Bunun gerekçesiyse bu kişilerin Tanrı karşısında alçak gönüllü olmalarıdır. Bu kişiler kendilerini cennete, tanrının karşısına çıkmaya layık görmezler. Dostoyevski bu günahkârları anlayarak, onlara acıyarak ve şefkat duyarak yazar eserlerini. Bu eserleri büyük yapan özelliklerden birisi insana duyulan merhamettir.

A. Ali Ural’dan Suç ve Ceza’ya dair:

Suç ve Ceza romanın kahramanı Raskolnikov, işlemeyi düşündüğü suçla kendini sınamaktadır. Ona göre insanlar ikiye ayrılır: Sıra dışı insanlar ve sıradan insanlar. Sıradan insanlar kanunlara uymak zorundadır, sıra dışı insanların ise böyle bir yükümlülükleri yoktur. Sıradan bir insan olmadığını göstermek için cinayet işliyor. Napolyon binlerce insanın kanının akmasından sorumluydu ama insanlar onun heykelini diktiler, öyleyse bazı insanlar insanlık için pekâlâ suç işleyebilir. Raskolnikov da bu mantık çerçevesinde insan öldürmeyi hak olarak gördü.  Başta kurbanı tefeci kadını bit olarak görüyor, “Bir bitin öldürülmesinde nasıl bir sakınca olabilir ki” diye düşünüyordu.  Sonra suçuna felsefi kılıflar hazırladı.  Ancak hesap ettiği gibi olmamış cinayetten sonra kendini üstün insan olarak görme hayali çürümüş, vicdan azabı yolunu kesmişti. Bin bir met cezirden sonra kanuna itiraf edemediği suçunu bir hayat kadını olan Sonya’ya itiraf etti. Çünkü ortak bir noktaları vardı Sonya’yla. O da kötü yola düşerek adeta kendini/onurunu öldürmüştü. Bu itirafı duymak başkalarının değil onun hakkıydı.

Dostoyevski romanlarındaki gerilim iç ve dış dünyanın çatışmasıyla oluşur. Bu yüzden onun eserleri psikologlar için paha biçilmez bir hazinedir. Yoğun psikolojik tahlillerin çoğu hala irdelenmektedir. Dostoyevski toplumun hiçe saydığı kişileri sebep-sonuç ilişkisi ile inceler ve onların insan taraflarına eğilir. Maskelenen insanı değil asıl insanı anlatmaktadır çünkü. Şeytani ve melek taraflarıyla bir bütündür insan. Sosyal ahlak ile bireysel ahlak arasındaki çatışmada kim vurduya gitmesin diye korur insanı.  Zira insanın olmadığı yerde sanat yoktur. 

 

Etiketler: dersnotu
Haziran 21, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR