“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 2. Dönem 5. Ders Notları
“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 5. Ders Notları
Mağara - José Saramago
Saramago, Mağara kitabının temelini oluşturacak fikirleri henüz bu eseri yazmadan önce de tartışıyor, büyük şirketlerin dünyaya hükmettiğini ifade ederken bu gücün medyadan siyasete, ekonomiden kültüre kadar her alanda etkin olduğunu belirtiyordu. Sınırlı sayıdaki güç sahibi dünya zenginliklerini paylaşıyor, kapitalizmin sömürüsü şeytani boyutlara ulaşıyordu. Saramago, insanlığın hakikatle arasına düşen gölgelerden söz ediyordu her vesileyle.
İşte bu gölgeler, okuyucuyu Platon’un ünlü Mağara Alegorisine götürecekti. Mağarada sırtları ışığa, yüzleri ise duvara dönük insanlar vardı, dünyayı yalnızca duvara yansıyan gölgelerden ibaret zanneden. Hakikat perdelenmiş, insanlar ise gölgelerle yetinmeye alıştırılmıştı. Saramago’ya göre insanlar, düşünme ve eyleme geçme sorumluluğunu terk etmiş durumdaydı. Eleştirel gücümüzü kaybettiğimizde felaket kapıya dayanmış demekti.
Müslümanlıktaki “emr-i bi’l maruf, nehy-i anil münker” (iyiliği emredip kötülükten sakındırma) ilkesine benziyor Saramago’nun söylemi. Ona göre insan dünyada yalnızca bir seyirci olmamalı, kötülükleri düzeltme sorumluluğunu üstlenmelidir. Müslümanlık da bizden bu sorumluluğu yerine getirmemizi istiyor. Hz. Peygamber(sav) bir kötülüğe kişinin önce eliyle müdahale etmesini, buna güç yetiremediği zamanlar diliyle kınamasını, bunu da yapamadığı takdirde kötülüğe kalbiyle karşı çıkmasını istiyor. Buğz adı verilen bu kalbi protesto, insanlığın son savunma hattıdır. Eleştirel düşünce ve eylem kapasitesini kaybeden toplumların medeniyetleri çökmeye mahkumdur.
Saramago, kapitalizmin ve modern dünyanın sembolü olarak alışveriş merkezlerini gösterir. AVM’ler, zanaatkârlık ve el emeği gibi küçük endüstrileri boğan birer yapı olarak şehirlerde boy göstermeye başlar. Kapitalizmin kaleleri hâline gelen bu merkezlerde insani değerler, üretim etiği ve toplumsal bağlar kaybolmaktadır. İnsanlar, iletişim araçları ve tüketim dünyası tarafından gerçeklikten uzak bir hayat sürdürmeye itilmiştir.
Bir bakıma Saramago’nun Mağara kitabı bir mücadeleyi simgeler. Yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot’un idealizmi gibi Mağara da kapitalizmin dayattığı düzen karşısında hakikati arayışın hikâyesidir. Bu nedenle Saramago’nun eserleri, yalnızca edebî bir başarı değil, aynı zamanda derin bir eleştirel düşüncenin ürünüdür.
Portekizli yazar José Saramago, Nobel Edebiyat Ödülü ile taçlandırılmış, dünya çapında tanınan bir yazardır. Ancak onun asıl başarısı, bizleri mağaranın karanlık duvarlarından çıkarıp hakikatin ışığına yönelmeye davet eden bu derin felsefi ve toplumsal eleştiride yatar.
José Saramago: Bir Yazarın Yolculuğu
José Saramago, Portekiz’in Lizbon şehrine bağlı küçük bir yerleşim merkezinde yoksul bir köylü ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Toprağı, el emeğini ve kırsal yaşamın zorluklarını yakından tanıdı. Yoksul bir çevrede büyüyen Saramago, öğrenimini Lizbon’da sürdürürken aynı zamanda tarlalarda çalıştı ve birçok yazar gibi ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı.
Bu süreçte makinistlik eğitimi aldı, teknik ressamlık yaptı, çevirmenlik ve editörlükle geçimini sağladı. Kültür editörü olarak görev aldığı bir gazetede yazılar yazmaya başladı. Portekiz Yazarlar Birliği’nde yönetim görevlerinde bulundu ancak 1976’dan sonra tamamen yazarlığa yöneldi.
Siyasi görüşleri ve eserleri nedeniyle Portekiz’de dışlanan Saramago, sürgün bir yaşam sürmeye mecbur kaldı. Kanarya Adaları’nda Lanzarote’ye yerleşti. Bu zor dönemde en büyük destekçisi, eşi Pilar del Río oldu. Eşi, yalnızca Saramago’nun yazarlığını teşvik etmekle kalmadı; eserlerinin çevirileriyle ilgilendi, tanıtımını üstlendi ve ona her anlamda destek oldu. Bu örnek birliktelik, Saramago’nun yaratıcı dünyasını besleyen önemli bir faktördü.
İlk romanı Günah Ülkesi ile edebiyat dünyasına adım atan Saramago, asıl ününü Körlük adlı romanıyla kazandı. Körlük, hayal gücüyle gerçeği ustaca harmanladığı bir başyapıttır. Romanda, bir şehirdeki insanların tamamı kör olur; yalnızca bir kişi, doktorun karısı, görmeye devam eder. Bu fantastik hikâye, aslında bir alegoridir. Saramago, “beyaz körlük” dediği bu durumu, insanların kalplerindeki duyarsızlığa, boş gözlerle dünyaya bakmasına bir eleştiri olarak kullanır.
Beyaz körlük, fiziksel bir kayıp değil, insanların yeryüzünde olup bitenlere karşı kayıtsızlaşmasını ve ahlaki değerlerini yitirmesini simgeler. Saramago’ya göre dünyanın en büyük trajedisi, insanların gözlerini değil, kalplerini kaybetmesidir. İşte bu sebeple Körlük, yalnızca bir distopya değil toplumsal bir uyarıdır, insanlığı sarsmayı ve yeniden düşünmeye sevk etmeyi amaçlayan bir eserdir.
Saramago’nun diğer eserlerinde de bu derin eleştirel yaklaşımı görmek mümkündür. Örneğin, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş adlı romanında, ölümün dünyadan kalkmasını hayal eder ancak bu durum bir kurtuluş değil, insanlığın yeni ve beklenmedik sorunlarla yüzleşmesine yol açar.
Saramago, yazdığı her eserle topluma bir ayna tutmuş, düzenin ve alışkanlıkların gölgesinde kaybolan hakikatlere dikkat çekmiştir. Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak dünya çapında tanınsa da onun yazarlığı bu ödülle sınırlı değildir. Saramago, edebiyatı yalnızca bir sanat değil, aynı zamanda düşünsel bir meydan okuma aracı olarak gören, onurlu bir duruşu cesurca savunan bir yazar olarak hatırlanacaktır.
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş ve Mağara Romanları Üzerine
Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş adlı romanında ölüm, bir süreliğine dünyadan kalkar. İlk başta bu durum büyük bir mutlulukla karşılanır çünkü ölüm, insanlığın tarih boyunca kaçındığı bir olgudur ancak zamanla ölümsüzlük, toplum düzeninin çökmesine ve yaşamın dayanılmaz hâle gelmesine yol açar. İnsanlar, ölümsüzlüğün düşünüldüğü kadar arzu edilir bir şey olmadığını fark eder ve ölümü özlemeye başlar. Ölüm, yeniden geri döndüğünde ise bu kez uzun süre ölmediği için biriken ölümler dünyayı farklı bir kaosa sürükler.
Bu roman, ölümsüzlük arayışına dair en eski destanlardan biri olan Gılgamış Destanı’na bir cevap niteliğindedir. Saramago, ölümsüzlüğün yalnızca bir hayal olduğunu ve aslında ölümün yaşamın dengesi için vazgeçilmez olduğunu vurgular. Bu, Saramago’nun insanlık ve varoluş üzerine sorgulayıcı yaklaşımının en çarpıcı örneklerinden biridir.
Kapitalizmin Eleştirisi: Mağara
Saramago’nun Mağara romanı, kapitalizmin insan hayatına ve toplumsal düzene etkilerini irdeleyen bir başka başyapıttır. Roman, alışveriş merkezleri ve tüketim kültürü üzerinden modern dünyanın sorunlarını ele alır. Saramago’nun bu eseri, Platon’un mağara alegorisine ve “Ashâb-ı Kehf” öyküsüne sezgisel göndermeler yapar.
Romanın ana karakterleri, çömlek yaparak geçinen Algor ve ailesidir. Algor ve kızı Marta, köylerinde toprak çömlekler üreterek yaşamlarını sürdürürken, Marta’nın kocası modern bir alışveriş merkezinde güvenlik görevlisi olarak çalışır ancak bir gün, alışveriş merkezi tarafından çömleklerin artık talep görmediği bildirilir. Bu durum, Algor ve ailesinin hayatında köklü değişikliklere yol açar. El emeğiyle üretilen toprak çömleklerin yerini plastik ürünler alırken, kapitalist sistemin sunduğu sahte ihtiyaçlar, insan hayatını ve değerlerini dönüştürür.
Saramago, modern alışveriş merkezlerini, “kapitalizmin kaleleri” olarak adlandırır. Ona göre bu merkezler insanlara ihtiyaç duymadıkları şeyleri almaları için sahte bir güvenlik ve huzur ortamı sunar. Roman, bu mekanların insanları nasıl köleleştirdiğini, yaşam alanlarını birer “beton kafes” hâline getirdiğini gözler önüne serer. Öyle ki bu merkezlerde hayvan beslemek bile yasaktır, yalnızca kafes hayvanlarına izin verilir. Bu durum, insanın da aslında bir kafes içinde yaşamaya mahkum edildiğini simgeler.
Roman boyunca, çömlekler ve plastik arasında bir çatışma izlenir. Çömlek, doğallığı ve el emeğini simgelerken; plastik, suni ihtiyaçları ve kapitalist sistemin dayatmalarını temsil eder. Algor ve ailesi, bu sistemin acımasız gerçekleriyle yüzleşirken, geleneksel değerlerini korumaya çalışır. Ancak bu savaş, en başından kaybedilmiş gibi görünür çünkü kapitalizm, insanın özüne yabancılaşmasını kaçınılmaz hâle getirir.
Saramago’nun Yazım Tarzı ve Dil Asiliği
Saramago, yazım tarzıyla da dikkat çeken bir yazardır. Romanlarında nokta ve virgül dışında noktalama işareti kullanmaması, konuşmaları düz yazı biçiminde aktarması, okuyucuyu metnin içine çeker ve bir tür “akıcılık” hissi yaratır. Onun dildeki asiliği, aynı zamanda muzip bir yaratıcılığı da beraberinde getirir.
Eserleri felsefi sorgulamalarla doludur ve her biri okuyucuyu kendi iç dünyasını sorgulamaya iter. Saramago’nun romanlarında tereddütle dile getirilen düşünceler, kesin yargılar yerine okuyucunun hayal gücünü harekete geçiren bir atmosfer yaratır. Bu, okuyucunun sürekli yeni çıkarımlarda bulunmasını ve metne dahil olmasını sağlar.
Saramago’nun Mağara romanında, anlatıcının “güvenilmez” olması bu felsefi yaklaşımın bir uzantısıdır. Anlatıcı, olayları sesli düşünerek aktarır ve okuyucuyu kendi düşünce dünyasına ortak etmeye çalışır. Bu tarz, Milan Kundera gibi yazarların edebî yaklaşımıyla benzerlikler taşır. Saramago’nun edebiyatındaki bu güçlü anlatım, aslında okuru sadece bir hikâyenin parçası yapmaz aynı zamanda onun dünyayı yeniden anlamlandırmasına vesile olur. Bir yazarın yalınlıkla derinliğe ulaşması, karmaşık görünen meseleleri sade bir dille ele alarak daha geniş bir okur kitlesine ulaşması kolay bir iş değildir. Saramago, hem kendi yaşamındaki zorluklardan hem de tarihsel ve toplumsal meselelerden beslenerek bunu başarmış bir yazardır.
Bazı yazarlar, bulanıklığı derinlik olarak sunarlar. Ancak Saramago, sadeliği bir güç unsuru olarak kullanır. Mağara romanında insanın kapitalist modernleşme karşısındaki mücadelesini, Körlük’te ise insanlığın ahlaki ve manevi çöküşünü gözler önüne serer. Bu eserlerinde ortaya koyduğu yalın ama derin cümleler, okuru derin düşüncelere sevk eder. Çünkü Saramago’nun edebî dünyasında karmaşıklık bir amaç değil sadelikle gerçeğe ulaşmanın bir aracıdır.
Metnin bir diğer önemli vurgusu da “rehin” kavramıdır. Batı dünyasının ekonomik ve kültürel sistemlerini eleştiren yazar, bireylerin özgürlüğünü rehin alarak onları sistemin bir parçası haline getiren düzenlere dikkat çeker. Bu eleştiriler, Körlük gibi romanlarında insanın çaresizliğini ve sistemle çatışmasını açıkça gösterir.
Edebiyatın Gücü ve Hayal Kurmak
Saramago, insanları hayal kurmaya, umudu canlı tutmaya davet eder. Mağara romanında yer alan şu cümle, onun edebiyata bakış açısını özetler: “Tepemizdeki bulutlar ne kadar kara olursa olsun, onların üzerindeki gökyüzü hep masmavidir.” Bu ifade, sadece bireysel bir teselli değil, aynı zamanda toplumsal bir direniş çağrısıdır. İnsan, hayal kurmayı ve umudu yitirdiğinde, dünyayı değiştirme gücünü de kaybeder.
“Körlük” romanı, yalnızca fiziksel bir görme kaybını değil, aynı zamanda insanın manevi körlüğünü işler. Romanda geçen şu vurgu çarpıcıdır: “Vicdanı körelen insan, gözlerini kaybeden insandan daha tehlikelidir.” Saramago, bu eserinde insanın içindeki vahşeti ve ilkel duyguları gözler önüne serer. Vicdansızların toplumu kaosa sürüklemesi, bugünün dünyasındaki adaletsizliklere de ışık tutar.
Son Söz: Okumaya Davet
Saramago’nun eserlerini okumak, insanı yalnızca bir okuma deneyimiyle sınırlamaz. Onun eserleri, bireye kendi iç dünyasını, toplumu ve dünyayı sorgulama imkânı tanır. Eğer henüz Saramago okumadıysanız, Körlük veya Mağaragibi eserlerle bu eşsiz yolculuğa başlayabilirsiniz. Çünkü her edebî eser, bir düşünce tohumudur. Ve bu tohumlar, bir gün mutlaka filizlenir.
Edebiyat, insanı insan yapan değerleri hatırlamanın en güçlü yoludur. Hayal kurmaktan, umut etmekten ve okumaktan vazgeçmeyin. Çünkü okudukça insan oluruz, okudukça yaşarız.
Etiketler: dersnotu
Ocak 06, 2025
Listeye dön