“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 5. Ders Notları”

“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 5. Ders Notları”

 

Kitabımız Mesnevî’den Hikâyeler. Kudsi Ergüner’in Mesnevi’den seçtiği hikâyelerden oluşuyor. Mesnevi’ye yolculuğa çıkmadan önce Mevlana’yı tanıyalım.

Kimdir Mevlâna?

Mutluluğu “sonsuz aşk”ta arayan bir bilge midir, kelimeleriyle ruhları savuran bir şair mi? Belki de bir simyacı bakırı altına çeviren. Ne diyordu, “Altın aramıyorum altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?” Bir hümanist mi dil ve renk ayırt etmeyen yoksa bir veli mi Hakk’tan başka derdi olmayan? Bizim onun için ne dediğimiz tabii ki önemli ama o kendi için ne demiş kulak verelim: “Ben ki her cemiyette nalan eyledim, huylu huysuz herkesi dost belledim.” İyi huylu olanla dost olmakta ne var, Mevlâna bu sözünden de anlaşılacağı üzere herkesle dost olmuş. Bu sözü ancak sözü aşk ateşiyle pişiren biri söyleyebilir.

1207 Belh, Afganistan doğumludur. Büyük bir alim olan babası Muhammed Bahauddin Veled’e “sultânü’l-ulemâ” yani “alimler sultanı” deniliyordu. Belh şu anda küçük bir kasaba ama bizim bahsettiğimiz zamanlarda İpekyolu üzerinde yer alan, nüfusu 200.000 olan, Harezmşahlar Devleti’nin ikinci başkentiydi. Kaynaklar Mevlâna’nın babasının maddiyata önem vermeyen, bildiği doğruları çekinmeden söyleyen, bidat ehline şiddetle karşı duran bir alim olarak tanımlıyorlar.

Belh Sultanı Tekiş, Mevlâna’nın babasını kıskanır çünkü çok sevilen bir adamdır ve ona “bir şehirde iki sultan olmaz, ikimizden birimiz şehri terk etmeliyiz,” diye haber gönderir. Bunun üzerine Mevlâna’nın babası şehri terk eder. Bazı kaynaklar bu göçün Moğol istilasından kaynaklı olduğunu söyler. Tarihçiler Moğol korkusu yüzünden Anadolu’ya sığınan insan sayısının 3 ila 4 milyon arası olduğunu söyler.

Bahauddin Veled yola çıkıyor ve kervan; Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Halep, Malatya, Erzincan üzerinden geçip Karaman’da konaklıyor. Yıl 1220. 8 yıl sürmüştür bu yolculuk. Uğradıkları şehirlerde birkaç ay bazen de bir iki sene kalmışlardır. Mevlâna birçok bilginle bu yolculukta tanışma fırsatı bulmuştur. Bunlardan biri de Feridüddin Attar’dır. Attar, Nişabur’da Mevlâna için “Umulur ki bu çocuk ileride aşk ehlinin gönlünü ilahi aşkla ateşleyip, tutuşturacaktır,” demiş ve ona Esrarnâme adlı kitabını hediye etmiştir. Mevlâna ise Attar için “Attar ruh idi, Senai de iki gözü. Biz bu meydana onlardan sonra geldik,” diyecektir yıllar sonra.

Kervan Nişabur’dan ayrılırken Attar kervanın arkasından şöyle dedi: “Allah Allah bir nehir koca bir deryayı arkasına takmış götürüyor.” Yani babayı nehre çocuğu deryaya benzetiyor. Bazı kaynaklar bu sözü Şam’dan ayrılırken İbn-i Arabi’nin söylediğini ileri sürüyor.

Sonunda Karaman’a yerleşiyorlar. Karaman’da olup bitiyor her şey. Mevlâna 18 yaşında evleniyor. Annesi ve kardeşini kaybediyor bir süre sonra. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat Bahauddin Veled’e talebe oluyor. Bahauddin Veled 1231 yılında vefat ettiğinde Mevlâna 24 yaşında. Mevlâna’nın eğitimini Seyyid Burhanettin Tirmizi üstleniyor. 

Şam dönüşü Mevlâna’nın “Hamdım, piştim, yandım” dediği zamanlardır. Çile denilen sınava üç kere tâbi olduğu zamanlar. Seyyid Burhanettin Tirmizi çilesini ve tahsilini tamamlayan Mevlâna’yı Konya’ya irşada gönderdiğini görüyoruz. Verdiği öğüt bütün çağlara hitap ediyor: “Hür olmadan kul olamazsın, dinimizde mükellef olmanın üç şartı var. Âkil olmak, bâliğ olmak ve hür olmak. Çocuk değilsin, deli de değilsin peki acaba hür müsün? Kölelerin mükellef olmadığını bilirsin. Dindar olman için hür olman, kölelikten kurtulmuş olman lazım. Ancak kölelik yalnızca düşman eline düşmekle olmaz. Kim bir şeyi çok seviyorsa o kimse sevdiği şeye köle olmuştur. Sevdiği de ona efendi olmuştur. Sevdiği ister kadın olsun ister altın, isterse köpek olsun. Sen istersen nefs deyiver ona. Eğer nefsinin emrinde isen ona kul olmuşsan artık Allah’a kul olabilir misin!”

Konya’da dersler vermeye başlayan Mevlâna, Şems ile tanıştı. Şems, Mevlâna’nın ruhunda fırtınalar estirdi hayatını alt üst etti. Çünkü ona sorular sordu ve dinledi. Aynı hakikatin parçaları oldular.

Aziz dostlar, eğer yeryüzünde sizi dinleyecek birini bulursanız bu bir talihtir. Kimsenin kimseye kulak vermediği bir zamanda biri sizi dinliyorsa bahtlısınız. Mevlâna’nın da kendisini can kulağıyla dinleyen böyle dostları oldu. Mesneviye başlarken ilk kelimesinin “Dinle”olduğunu hatırlayalım. Dinleyen kulak yoksa dudaklarımız kıpırdamak istemez.

Şems Tebrizli bir alimdi, gitmediği yer tanımadığı Sufi yoktu bu yüzden kendisine Şems-i Perende yani “uçan güneş” derlerdi. Hocası Rukneddin Secâsi, “Konya’ya git orada yanmayı bekleyen bir kandil var,” dedikten sonra Şems Konya’ya geldi ve ikindiye doğru Mevlana’yla karşılaştı. Yolların kesiştiği bu yerde ancak alimler arasında konuşulacak bir dille konuşulmuş, açılan kapı ilme, hikmete ve şiire götürmüştü.

İki büyük alim derin meseleler üzerinde günlerce aylarca konuştular. Halk, Mevlâna ile Şems’in yakınlığını kıskandı çünkü Şems gelmeden önce Mevlâna halka daha çok zaman ayırmaktaydı. Bu kıskançlık yüzünden Mevlana’ya küstü Şems’e tavır aldılar. İnsan anlaşılması güç bir varlıktır. Bu yüzden “Allah’ın ayetlerini tevil etmeyi bırak, kendini tevil etmeye bak,” diyordu Mevlâna. Derdi insanın kendiyle yüzleşmesiydi.

Bir perşembe gecesi Mevlâna sabah namazı için Şems’in yanına gitti ve onu göremedi. Kimileri “öldü, öldürüldü” dediler ama Mevlâna inanmadı. Bunu üzerine Şam’a gitti fakat oradan da eli boş döndü. Bir gün adamın biri “Şems’i Şam’da gördüm yaşıyor,” dedi. Mevlâna, ona hırkasını hediye etti. Etraftakiler, “O adam yalancıydı boşuna hırkanı verdin,” dediler. Mevlâna onlara, “Ben hırkayı o sözün yalanına verdim doğrusuna canımı vermem gerekirdi,” dedi.

Mevlâna düğmesiz gömlekler giyerdi hep. Bir yoksul gördüğünde hızlıca çıkarıp verebilmek içindi bunun nedeni. Hayır işlemede zaman kaybetmemeliydi insan.

Sultan Veled, Şems’ten sonraki Mevlana’yı şöyle anlatır: “Babam onun ayrılığından sonra deli divane oldu fetva veren bir alimdi, bir âşık bir şair oldu. Zahitti meyhaneci oldu fakat üzüm şarabı sunan bir meyhaneci değil nurdan şaraplar sunan bir meyhaneci oldu. Zaten nurdan yaratılmış olan can nurdan başka şarap içmez…”

İşte bu ayrılık ateşiyle Dîvân’ı Kebîr’deki şiirler yazılmıştır. Dîvân’ı Kebîr’de tam 40 bin beyit var. Kitabın tam adı, Divan’ı Şems’i Hakayık’tır. Mevlâna bu şiirleri Şems ismiyle imzalamış, dostunun adını yazmıştır. Mesnevi’yi ise Hüsamettin Çelebi’ye ithaf etmiştir. O Mevlâna’nın ikinci dostudur. Hüsamettin Çelebi “Herkesin mesnevisi var keşke sizin de bir mesneviniz olsa,” dedikten sonra Mevlâna elini sarığının içine sokmuş, Mesnevi’nin ilk 18 beytini çıkarmış ve mesnevisine Hüsamnâme adını vermiştir. Düşünebiliyor musunuz? Ona destek olduğu için dostunun adını veriyor ve her cildinde teşekkürü var tıpkı Şems’e olduğu gibi.

Biz modern zaman şairleri şiir yazarız onlar ise şiir söylerler. Şiir söylemek büyük bir kudrettir. Yolda yürürken armağan gibi gelir şiir onlara. Dostları dudaklarından dökülür dökülmez kaydederler defterlerine.

Ahmet Hamdi Tanpınar Mevlana’ya dair şunları söyler, “Mevlâna’nın şiirleri yazıldığı devirle beraber düşünülürse batmakta olan bir gemiden yükselen son dua gibidir. Bütün varlık Allah’a doğru giden bu hıçkırıktadır.” Yahya Kemal de “Viyana’ya kadar nasıl gittik?” sorusunu, “Mesnevi okuyarak ve pilav yiyerek,” diye cevaplamıştır. Bedenimizi pilavla, ruhumuzu Mesnevi’yle doyurmuşuz. Mesnevi için altıncı cildin sonlarında Mevlâna şöyle der: “Bizim bu mesnevimiz birlik dükkânıdır onda birden başka ne görürseniz puttur, onu kırın.” Mesnevi Türk milletinin birliğini sağlayan manevi harçlardan biri olarak kabul edebiliriz.

Mesnevi’nin kelime anlamı ikişer ikişer demektir yani mesnevinin her beyiti kendi arasında kafiyelidir. Mesnevi her ne kadar bir nazım türü olsa da günümüzde hep Mevlâna’yı çağrıştırır. 25.700 beyitten oluşur ve ön sözünde şunlar yazar, “Bu kitap, Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakikate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur. Mesnevî, din asıllarının asıllarıdır. Allah’ın en büyük şaşmaz şeriatı, hakikate giden nurlu yoludur.” Bu sözlerle Mesnevi’yi bir Kur’an tefsiri olarak nitelemektedir. Eser o kadar güçlüdür ki dönemiyle sınırlı kalmamış yüzyıllardan yüzyıllara taşmış her daim yeni kalmayı başarmıştır. 

Hâlâ şerhler yapılmaktadır Mesnevi’ye. İlk şerhi 15. yüzyılda İbrahim Bey’e aittir. İbrahim Bey edebiyatımızın bilinmeyen ve eserleri günümüze kadar ulaşmamış bir şair. 15. yüzyılda Muini Mesnevi’nin ilk şerhlerinden birini yazmıştır. Sultan II. Murad’ın isteği üzerine yazılmıştır. Mesnevi-i Muradi ismiyle anılmaktadır. Mesnevi’nin ilk tam şerhi, 16. yüzyılda Gelibolulu Sururi Mustafa Efendi tarafından Farsça olarak yapılmıştır, bu eser Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Abdülmecid-i Sivasi’in şerhi en meşhur mesnevilerden biridir, kitaba başlamadan önce iki defa Mevlâna’yı rüyada görmüş üçüncü rüyada Mevlâna ona “Benim mesnevimi gayriye mâni eyle,” demiştir. 

Mevlâna, sunduğu hikâyelerin sonunda bize ilginç yorumlar sunmaktadır. Mesnevi’yi yanına notlar alarak okuyun, Mevlâna böyle düşünmüş ama ben ne düşünüyorum diyerek okuyun.

 

Etiketler: atölyenotu
Mayıs 23, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR