“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 4. Ders Notları”

“A. Ali Ural’la Kitap Yolculukları” 4. Ders Notları”

 

Ahmet Hamdi Tanpınar, kayıp duygusuyla var olan ve o kayıp duygusu içinde olağanüstü eserler var eden büyük romancımız, hikâyecimiz, şairimiz, denemecimiz… Edebiyatımızda el atmadığı alan neredeyse yok. Edebi eserlerinin yanı sıra akademik alanda On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı efsanevi bir başyapıtı var. 

Kimdir Tanpınar?

1901 yılında dünyaya geldi ve 1962 yılında dünyadan ayrıldı. Bu dünyada sadece 60 yıl kadar kaldı fakat bu kısa ömrünü öyle güzel değerlendirdi ki… Kendini olabildiğince verimli kıldı ve derinleştirdi. Bu derinliği bütün eserlerine yansıttı. Bir alimin çocuğuydu, babası Osmanlı kadılarından Hüseyin Fikri Bey’dir. Fakat kültürel değişim o kadar keskin ve hızlı olmuştu ki bütün babalarla çocuklar arasında olduğu gibi Tanpınar’la babasının da arası açılmıştı. Tanpınar yeni bir dünyaya yönelmişse de kökleri onu durdurmaya çalışmıştır. Bu med cezir içinde bir Araf insanıdır Tanpınar. 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kahramanları Halit Ayarcı ve Hayri İrdal da arada kalmış adamlardır. Bir yandan geçmişin güzellikleri bir yandan geçmişin olumsuz tarafları, bir yandan yeniliğin, geleceğin cazibesi, öte yandan köksüz taklitçi bir nevzuhurluk. İşte Tanpınar’ı ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü anlamaya çalışırken bu arada kalmışlığı dikkate almamız gerekiyor. Tanpınar, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi Türk şiirinin iki dev isminin talebesi, bizzat Yahya Kemal’i dinlemek için İstanbul’da onun ders verdiği üniversiteye kayıt oluyor. Batı’dan örnek aldığı şair ise Paul Valery. Onun mükemmeliyetçiliğini esas kabul ettiğini görüyoruz. Bu mükemmeliyetçilik fikri Yahya Kemal’de de vardır. Yahya Kemal de Tanpınar da mükemmeliyetçilikleri nedeniyle şiirlerini ve şiir kitaplarını tamamlamakta zorluk çekmişlerdir. 

Tanpınar, Romancı olarak Fransız romanının dâhi yazarı Marcel Proust’u örnek alır. Onun Kayıp Zamanın İzinde adlı nehir romanı Tanpınar’da bir karşılık bulmuştur çünkü Tanpınar da kayıp zamanın peşindedir. Her ne kadar iki yazarın zamanı birbiriyle örtüşmese de “kayıp zaman” kavram olarak dünyalarında bir yer edinmiştir. Zira Tanpınar, geç de olsa büyük bir kültürel hazineyi kaybettiğimizi fark etmiş ve bu kaybın sanat maharetiyle altını çizmeye, kaydını tutmaya çalışmıştır.

İyi ki Yahya Kemal onun koluna girip İstanbul Konservatuarı’na götürmüş ve orada Itri’nin Nevâ Kâr bestesi Mevlevî Âyini’ni gramofonun önünde diz çökerek dinlemişlerdir. Tanpınar’ın kendi kültürü önünde diz çökmesi bu âyinle başlamaz fakat bu besteyi hocasıyla beraber diz çökerek dinlemesi onun hayatında bir sembol oluşturur. 1930 yılında Ankara’da gerçekleşen Edebiyat Muallimleri Kongresinde Türk edebiyatı derslerinin okullarda Tanzimat’tan sonra başlatılması, okul kitaplarında Tanzimat öncesi edebiyata yer verilmemesi gerektiğini söyleyerek divan edebiyatının çıkarılması gerektiğini öneren Tanpınar hocası  Yahya Kemal’in yoldaşlığında yeniden kendini keşfetmektedir.

Yaptığı bu kültür yolculuğuyla aynaya bakabilmiş aynada kendiyle yüzleşebilmiştir. Tanpınar’ın şiiri ile romanlarında da ayna metaforuna sıklıkla rastlarız. Hatta Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında aynanın kendini kustuğunu ifade eder. 

Tanpınar 42 yaşında Abdullah Efendi’nin Rüyaları adlı öykü kitabını yazdı, 43 yaşında Mahur Beste adlı romanını, 45 yaşında Beş Şehir adlı deneme kitabını yazdı, 48 yaşında yazdığı roman Huzur kültürel huzursuzluğunun edebi bir anıtıydı. Onu 52 yaşında yazdığı Yaz Yağmuru izledi ve nihayet 61 yaşında en büyük eserini verdi: Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

Tanpınar’ın kitaplarına baktığımız zaman aslında bütün kitaplarının kültürel bir sayıklama olduğunu görüyoruz. Bu kaybedilen değerlerin sıralandığı bir medeniyet sayıklamasıdır. Neden sayıklama dedim çünkü Beş Şehir adlı deneme kitabında Tanpınar Arabistan’da yaşayan bir Türk kadınının hastalandığı zaman bir ayin gibi İstanbul sularının adlarını sayıkladığını hatırlıyordu; “Çırçır, Sırmakeş, Taşdelen, Karakulak, Şifasuyu…”  Tanpınar’a göre bu kadın suların ismini sayıkladığında âdeta iyileşirdi.

Ben bu fikirden hareketle şöyle bir yorum yapmak isterim; Tanpınar da bizim medeniyetimizin kaynaklarını, kültürel öğelerini sayıklıyor derdiyle ateşlendiğinde. Fakat sadece kendisini iyileştirmek için değil bizleri de iyileştirmek için yapıyor bunu.

Tanpınar’ı okumak, Tanpınar birikimine sahip olmayı gerektiriyor. O birikime yakın olmadan eserlerini okumak bizi hayal kırıklığına uğratabilir çünkü oradaki zenginlik bizim yoksulluğumuzla yan yana geldiğinde o zenginlikten nasıl yararlanacağımızı bilemeyiz.

Aziz dostlar…

Tanpınar, Yahyâ Kemal gibi eve döndü ama hep tereddütlerini korudu ya da tereddütlüymüş gibi göründü. Mesela cumhuriyet dönemi yazarlarının kimisi Reşat Nuri Güntekin gibi Batı’ya yönelmiş kimisi Peyami Safa gibi Doğu’ya yönelmiş kimisi de Ahmet Hamdi Tanpınar gibi iki arada bir derede kalmış. Evet Tanpınar’ın arada kaldığı doğrudur fakat ben onun nerede olduğunu biliyorum. Tanpınar biraz da Araf’ta gibi davranmış kim bilir belki de söyleyeceklerini başka türlü söyleyemeyeceğini düşünmüştür. Beş Şehir’i yazdı. Kitapta Ankara, Bursa, Konya, Erzurum olsa da asıl derdi İstanbul’dur Tanpınar’ın İstanbul’un temsil ettiği Türk İslam medeniyetidir. İstanbul’u anlatmak bir medeniyeti anlatmak anlamına gelmektedir. Tanpınar, Paris de dahil dünyada bütün şehirlerin değiştiğini hatta Charles Baudelaire’in kayıp Paris için ağıtlar yazdığını ancak İstanbul’daki değişimin hiçbir yerde olmadığını, zira kısa bir dönemde İstanbul’un neredeyse yok olduğunu, söylemektedir.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü 1954 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmiş ve kitabın ilk baskısı 1961 yılında yapılmıştır. Edebiyat tarihçileri bu yedi yılı mercek altına almalıdır. Bitmiş bir kitap neden ancak yedi yıl sonra neşredilmiştir. Romanın tefrika edildiği günlerde genç gazeteci Azra Erhat, Tanpınar ile bir röportaj yapıyor ve Tanpınar romandaki karakteri Hayri İrdal için şunları söylüyor: “Şehir saatlerinin birbirini tutmaması yüzünden vapuru kaçırdığım bir günde Kadıköy iskelesinin saati altında birdenbire onunla karşılaştım ve bir daha beni terk etmedi. Ondan kurtulmak için bu hikâyeye başladım.” 

Saat ustası Nuri Bey var bu romanda ve der ki: “Ayar saniyenin peşinde koşmaktır, bu demektir ki iyi ayarlanmış bir saat bir saniyeyi bile zayi etmez. Hâlbuki ki biz ne yapıyoruz? Bütün memleket ve şehir ne yapıyor? Bütün ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz…” Bu anahtar cümleler iki önemli anlam barındırıyor: İlki saatlerimizin ayarsız olduğu, ikincisi zaman kaybediyor oluşumuzdur.

Tanpınar’ın hocası Ahmet Haşim, Müslüman Saati adlı denemesiyle bu teşhisi çok önceden koymuştur. Doğrusu Müslüman Saati adlı denemeyi okumadan, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü anlamamız mümkün değildir. Ahmet Haşim, bu yazısında yabancı saatlerin hayatımıza girmesini istila olarak tanımlıyor. Saatin zamanı ölçen alet değil bizzat zaman olduğunu söylüyor. Haşim’in birkaç sayfalık yazısının Tanpınar’ın romanının tohumu olduğunu düşünüyorum. Bunu dile getirmemiştir çünkü her şeyin kolayca dile getirildiği bir zamanda yaşamamıştır.

Camilerin avlularında muvakkithaneler vardır yani saatleri ayarlama mekânları. Orada çalışanlara muvakkit yani vakti tespit eden denir. Belirlenen vakit nedir? Namaz saatleridir. Emevîler döneminde başlamış ve Osmanlı zamanında kurumsallaşmıştır bu meslek. Osmanlı devletinin bu muvakkithanelerde alimleri çalıştırdığını görüyoruz. İlk muvakkithane Fatih Camii avlusundadır ve ilk muvakkit ünlü bilim insanı Ali Kuşçu’dur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, imparatorluktan cumhuriyete geçiş esnasında kültürel bir sarsılma yaşayan ve bocalayan milletimizin ironik bir hikâyesidir. Tanpınar, bu ironik durumu sadece bu kitapta ele almıyor, nitekim Huzur’da da iki başlı, dört ayaklı, bir başı doğuya bir başı batıya bakan, ayaklarının ikisi doğuya ikisi batıya giden bir adam tasviriyle bocalamakta olan insanımızı yansıtmaktadır aynaya. 

Tanpınar’ın akıcı ve girift hikâyesi olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, metafor ve alegoriler bakımından da en başarılı romanıdır. Bir sembol romanıdır, Türk edebiyatının ironi şaheseridir. Ayrıca bir kültür parodisidir. Bu özellikleriyle kimi edebiyatçılar tarafından “post-modern roman öncesi dönemde post-modern roman” diye tanımlanmıştır. Tanpınar’ın romanlarından Mahur BesteHuzurSaatleri Ayarlama Enstitüsü bir üçlemeyi oluşturur. Bu nehir romanların yüzyılın ortalarından II. Dünya Savaşı’na kadar ortak kahramanlar etrafında geçtiğini görüyoruz. Tanpınar bu üç romanında; Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçişimizi, parçalanmaya yüz tutmuş imparatorluğun yıkıntıları arasından yeniden doğuşumuzu, geçmişle hesaplaşmalarımızı anlatır.

Kıymetli Arkadaşlar,

Bu kitabın bir diğer önemli özelliği müziktir. Tanpınar için müzik çok önemlidir. Huzur romanında da bunu görüyoruz. Tanpınar bir ifadesinde müziğin sanatçının iç alemini inşa etmesinde çok önemli bir rolü olduğunu söyler. Günlüğündeyse kendine şöyle tavsiyelerde bulunuyor: “Genişlemeye çalış resim ve musikiden çıkarman kabil olanı çıkar. Musiki modelimiz ve nizamımız, resim yardımcımızdır.” Yani müzik Tanpınar’da hep çağırıcı olmuştur. Kurgusal açıdan müzik Tanpınar’ın eserlerindeki belirleyici unsurlar arasındadır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kahramanlarına baktığımız zaman 15-20 kadar karakterin olduğunu görüyoruz. Hayri İrdal bu romanda eski medeniyetin bir karikatürü olarak sunuluyor. Bir şey ne kadar değerli olursa olsun o şey karikatüre çevrildiğinde aşağılanmış olur. Halit Ayarcı ise yeni medeniyetin doğurduğu insan tipinin bütün olumsuz yanlarını taşıyor. Yani bir tahterevalli düşünelim, bu tahterevallinin bir ucunda Hayri İrdal öbür ucunda Halit Ayarcı oturmuş. Aslında Tanpınar hem yeniyi hem eskiyi eleştiriyor ve Araf’ta kalmanın acısını hissettiriyor okura. Kuşkusuz ne eski mükemmeldir ne de yeni eskinin yerini doldurabilir. İşte bu kontrast özellikleriyle Saatleri Ayarlama Enstitüsü hâlâ süren bir gerilimi taşımaktadır: Doğu-Batı, eski-yeni. 

Kitabın ilk bölümlerinde hürriyet kavramı sorgulanır. Hayri İrdal kitabın anlatıcısı, başkahramanıdır. Halit Ayarcı’nın tanımlamasıyla şifa kabul etmez bir gayrimemnundur. Dört bölümden oluşan romanın ilginç bir kurgusu vardır. Romanda her şey sondan başa doğrudur. Hayri İrdal romanı kaleme aldığında aslında her şey bitmiştir. Halit Ayarcı ölmüş, enstitü iyileşmeye başlamış, Hayri İrdal zengin olmuştur. Tanpınar burada genel bir son çiziyor, sondan başlayan roman tekrar başa dönüyor. 

Hayri İrdal ve Halit Ayarcı dışında, Doktor Ramiz ve eşi gibi pek çok karakter vardır. Ancak bu karakterler hakkında geniş bilgi verilmez, okuyucu merakta bırakılır. Hayri İrdal; pasif, kendi hâlinde, saatleri seven bir karakterdir. Romanın bir yerinde şu cümleyi kurar “Ben yıllarca bu gibi adamların arasında onların rüyaları için yaşadım.” Rüya formu Tanpınar’ın eserleri arasında çok önemlidir. Bu romanda bir saatin bile bir karaktere bürünüp Mübarek adını alması tesadüf değildir. Beş Şehir’de de İstanbul’a gelen her şeyin saatler dahil Müslümanlaşıp, bir karaktere dönüştüğünden söz edilir. 

Gelelim Doktor Ramiz Bey’e, onun anlatıldığı satırlar ironinin en güzel örnekleri arasındadır. Pozitivist aydınların bir prototipidir Doktor Ramiz. Avrupa’da tıp eğitimi almış Freud’un psikanaliz kuramını benimsemiş fakat ülkesine geldiğinde tedavi edeceği, bu kuramı uygulayacağı bir hasta bulamamıştır. Tanpınar, Dr. Ramiz üzerinden bilimperestliği hicveder, Freud’a ve Bergson’a eleştiriler getirir. Öte yandan Bergson’la örtüşen görüşleri vardır Tanpınar’ın. Zamanı haftaların ayların birbirini izlediği basit bir süreklilik değil, çok katlı, katmanlı ve karmaşık bir yapı olarak ele alır. Şiirinde “ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında,” derken Bergson’un zaman kavramından ilham almıştır. 

Her yazar ne yazarsa yazsın yazdıklarının bir yerinde konuyu yazarlığa getirir. Tanpınar’da bunu yapıyor ve Hayri İrdal’ın ağzından şunları söylüyor; “Ben Hayri İrdal her şeyden evvel mutlak bir samimiyet taraftarıyım. İnsan her şeyi açıkça söylemedikten sonra neden yazı yazsın. Bu cinsten kayıtsız ve şartsız samimilik ise behemehâl bir süzme, eleme ister. Siz de kabul edersiniz ki her şeyi olduğu gibi söylemek mümkün değildir.” Burada iyi bir yazı için üç şeyin altını çizer yazarımız: Samimiyet, süzme, eleme. 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü defalarca okumanızı salık veriyorum, yazar olmak için de münevver olmak için de.

Etiketler: atölyenotu
Mayıs 14, 2024
Listeye dön
cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: TR